CTP’nin yeni yüzlerinden KKTC Milletvekili Doğuş Derya, Meclis kürsüsünde alternatif bir yemin yaptı diye kızılca kıyamet koptu memlekette zannımca. Lakin kendileri beni feci halde yanılttılar!

Başaran Düzgün beyefendiye demiştim, “Bu birrr, kaldı 2” diye. “Nedir Alim” sorusuna “Doğuş Derya en fazla 3’üncü kürsü alışında memleketi hop oturtup hop kaldırtır” yanıt cümlesinin sonunu getiremeden hooop dakika bir, gol bir! Vallahi Başaran Düzgün şahidimdir, inanmayan sorabilir kendilerine meseleyi.

Konuyu farklı açılardan ele alma niyetindeyim çünkü Doğuş Derya bütün gazetelere bakıp kim ne yazmış diye etüt edecek. Bana kırgın, okuması için kendilerini yazmak durumundayım. 1 fazla okuyucu göz çıkarmaz çünkü!

Konuya girmeden günün gelişmelerini özet geçersem, zaviyeyi sabitlemiş olacağımızdan daha makul sonuçlara varmamız da daha mümkün olacak.

Hatalı park…
Sabah saatlerinde “Tansiyon 7/10” dedi doktor. Normalinden biraz düşüktü. Arkadaşımın arkadaşının nenesinin kan ihtiyacı olduğunu, yaptığım hatalı parkın utancıyla “bir gören oldu mu” bakışlarıyla civarı süzerken göz göze geldiğimizde öğrendim.

Göz göze gelince “hayırdır” deyip yanına gittim. 0 Rh- kan ihtiyacı varmış. “Alsınlar işte benden” deyip o lüks kan verme koltuklarından birine yürüdüm. Kanımın kıymetini bildiğimden hiç naza çekmem ihtiyaç durumlarında. Helali hoş olsun, bir ünite daha verdim. Baktım 14 dakika sürdü hepi topu. Güzel hissettim.

Tansiyonum her zamankinden düşük çıkmıştı. Biraz vesvese yaptım. Neden olabilirdi? Belli bir yaştan sonra bu durumlara verilen önem haliyle artıyor, kafayı takmıştım.

Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. An be an tüm ayrıntıları canlandırdım, bu tansiyon illetinin sebebi hikmetini bulmak için bir oya işler gibi ömrümü ördüm. Geçerli bir neden yoktu!

Köklü çözüm!
Eve erken gelip derin düşünceler ve düşük tansiyonla kendimi kanepeye attım. Biraz da halsizlik vardı kan vermekten mütevellit. İçim geçmiş, uyumuşum.

Akşamın ilerleyen saatlerinde kanepeden fırlayıp telefona sarıldım. Şarj bitmiş, kapanmış meret. Telli hattan hemen gazeteyi aradım. İhtimaldi ki önemli meseleleri danışmak için aramışlar, ulaşamayınca paniğe kapılmışlardı. Yanılmamıştım.

Tahir Gazi’yi aradığım çok iyi olmuştu. Bir müddettir yazı künyemde yanlış yayınlanan mail ve facebook adresimi düzeltmişler, hem de meselenin köküne inerek tekrarına mahal vermeyecek tedbirleri almışlardı. Bir nevi görev tekmili almış oldum kısa bir görüşmeyle. Rahatladım.

Bir alt makamdan telefon geldi iki dakika sonra. Gece editörü Bertuğ Topal’ın “Abi yazıyorsun değil mi” sorusu acayip gururumu okşadı, itiraf ediyorum. Demek ki yazmamı özleyen birileri vardı, çok güzel bir duygulanım yaşadım. Ancak her güzel şey gibi bu da kısa sürdü: “Abi 850-900 kelime yaza bilirsin” cümlesiyle yıkıldım. 150-200 kelime fazla istediğine göre demek ki derdi sayfa kapatmaktı! Dolgu malzemesi olarak kullanacaktı beni. Çaktırmadım bu hayal kırıklığımı kendilerine, lütufları için teşekkür ettim kibarca. En azından 750/800 kelime demedi de haysiyetimi 7.5/8 şiddetinde rencide etmedi, buna da şükür…

3 gün sonra gelen telefon
Ardından bir telefon geldi. “Ali tamamsın ya”… Haydaaa, neler oluyordu? Kadim dostum cumartesi akşamı “1 Büyük Yok, 2 Büyük Var” eylemimizin sonuçlarını öğrenmek merakı maksatları bakımından aramıştı. Bu denli geç arıyor olmasından tahmin edilebileceği üzere daha yeni kendine gelebilmiş olmalıydı. İnkâr etti, inanmadım elbette… Israr da etmedim medeniyet göstergesi icabı, anlayışla karşıladım durumunu.

Cevizin altında kahvemi yudumlarken, komşu çocuklarının cıvıltıları eşliğinde esen rüzgârın tenimi teğet geçip akşam serinliğini bulaştırmasına müsaade ettim. Havuzun ışıkları yeni yanıyordu.

Yeni gömleğimi giyip bayramlaşmaya geliyorum diye beni işleten bitişik komşum atletiyle bahçede geziniyordu. Önce görmezden geldim. Sonra “Oğlum şaka mısın sen” deyip bayramlaşmaya gelecek diye gidemediğimiz konserin acısını patavatsız bir şekilde çıkardım kendilerinden. Suçu hemen hanımına attı. Çok sık yaptığı bir numaraydı, yemiş gibi yaptım. Üzmemeliydim komşucuğumu. Zaten sevmeyeni kadar seveni yok camiada, bir de ben vurmamalıydım kardeşime.

Akşam oturması
Tam Doğuş Derya’nın yemin meselesine bodoslama dalıyordum ki karşı komşu akşam oturmasına geldi. Bütün yaz doğru dürüst iki çift laf edememiştik. İlk taşındığımız senelerde gece yarısı mangalları, havuz sefaları, bira tokuşturmalar falan derken gayet güzeldik.

Bu yaz ne olduysa komşumun hiç tadı yok. Yazının ortalarına gelip vaziyeti etraflıca izahı billurlaştırdığım esnada, ana bahçe kapısında kıymetli komşum “davetsiz misafiriniz var” diyerek belirdi. Hoş geldiler, sefa getirdiler.

Hemen balkonda düzen aldık. 2 Büyük Var eylemini müteakiben, demli çayda karar kıldık. Karaciğerlere daha fazla yüklenmemeli, akıp giden bir ünite kanın gaybubetini çileye çevirmemeliydim. Kan azaldığından, kana karışacak alkol miktarı aynı olsa da, sonuçları itibarıyla elde edilecek hasıla normalden daha hızlı ve etkili olabilirdi mantıken. Zaten elektrikli demlik çabucak demliyor, suyunun ilavesiymiş, çayın oturmasıymış, süzgeçmiş falan out!

Antepfıstıklı nar lokumu başta olmak üzere lokumcuk yedik. Kesme şeker kağıtlarını düzleyip masanın üzerine üst üste koyma alışkanlığımın devamını bir istikrar belirtisi olarak telakki ettiğimden, kendimi güvende hissedip “tamamdır” dedim.

Hafta içi bir gün bol döşlü bir geç mangal şöleni sözleşmesi, akşam oturmasının somut hasılası olarak not edildi. Tek sıkıntı döşlerin yüzeceği bol sulu ekşi temininde görünüyor. Birlikte hareket eder, organize olursak bu mevsimsel sorunu çözebileceğimize inanç belirttik, birbirimize kanat gerdik, söz verdik! Halledeceğiz ekşi meselesini evelallah…

Bir yandan saate bakıp bir yandan kelime sayarak gece editörümüzün siparişini yetiştirmeye çalışırken, sosyal medyayı boşladığımdan gündemi layıkıyla izleyemediğimi farkına vardım. Keskin bir kamplaşmaya doğru ilerleniyordu son baktığımda. Sosyal medya Drogba ile Doğuş Derya arasına sıkışıp kalmıştı.

Yazı dilimin, erkek egemen olması endişesini taşıyorum.  Bayana kadın demeye gösterdiğim özeni ihmal ederek, “Şam’da kayısı” tabirini bir kez kullanarak ırkçı çağrışımlar yapmış olabileceğimden endişelendim. Başıma bir hal gelirse canım, nerelere giderim ben? ‘Dağlara gel dağlara’ diyen de kalmadı türküdeki gibi, keklik gibi avlanırız maazallah düz ovada sonra.

Bunca esas meselenin ardından gelelim gündemi  ‘vınnnn’ diye çeviren yemin meselesine.

Vekil kim bilelim, ona göre tepki gösterelim vesselam…

Doğuş der ya, lakin Batış Demez ya!

Ortada bir duruş, bir karakter, bir vicdan muhasebesi, bir yüzleşme var yani!

Peki bu duruşa bu ehemmiyet tamam mı?

Tut ki meclis kürsüsünde Turan ve ülküleri için yemin eden bir vekil, ülke topraklarında kitabî liberalizmin tavizsiz çalışacağı güne kadar mücadele edecek diye yemin eden bir vekil olsa ne derseydiniz aynen onu deyin de tamamdır vaziyet.