Bazen bir durumu koklar, görür, hisseder lakin izahta müşkülatınız olur. Bu hallerde öyle bir cümle okur ya da duyarsınız ki zihniniz çatlar, dile gelirsiniz.

Reklamcılık derslerinde yaratıcı yöntemleri anlatırken “Kuluçka Yöntemi” için verdiğim örneklere bir yenisini eklemekle kalmayan, bu yazıya ilham veren o meşum cümle kültür insanı Mete Hatay’dan geldi: Kıbrıslıtürklük bir meslektir!

Konu netameli lâkin zaruret arz eden ehemmiyete haiz.

Tehlikeli sulara girdiğimin farkındayım; kimlik meselesi dokununca yakan asıl meseleler sıralamasında başa güreşen bir canavar çünkü. İtiraf etmeliyim ki, cesaretim PARTY TIME vesilesiyle dokunduğum yakıcı konularla alakalı geniş hoşgörü temelli toplumsal mutabakattan geliyor.

Halkın hoşgörüsü, halkın talepleri, halkın baskısı kadar halkın mutabakat ettiği arazide dolaşmak da son derece eğlenceli.

Şirin Baba Şirine’ye ne dedi?
Dolaştığım bu verimli arazinin keyfini sürerken üstüne kaymak tadında beleşten üç yeni cümle de gelmez mi? İzlemediyseniz izleyin, hiç olmadı çocuklara izletin Şirinler’in yeni sinema filmini. Şirin Baba filmde Şirine’ye iki kez aynen şu sözleri söyler: “Nereden geldiğin önemli değil. Önemli olan senin nasıl yaşadığındır. Sen bu topraklara aitsin”.

“Şam’da kaysı” derler ya, tam öyle bir durumcuk işte! Gerçi kayın babayla diktiğimiz ve can suyunu kayınçonun verdiği kaysıdan verim almak için 3 yılımız daha var bizim uçsuz bucaksız 75 metrekarelik geniş bahçede ama Şirin Baba ilk mahsulü ta Şam’dan gönderdi işte, mukadderat…

İşim çok kolay: Mete Hatay ile Şirin Baba’yı harmanlayıp durumdan vazife çıkarmam, 700 kelimeyi aşmadan meramı izaha gayrete girişmem kâfidir! Bazen 4 ayak üstüne düşüyoruz biz köşe yazarları gerçekten. Kul sıkışınca Mete Hatay ve Şirin Baba yetişiyor imdada görüldüğü üzere…

Mete Hatay sözün orijinalinin bir Yunanlı Kıbrıslırumlar için “Kıbrıslırum olmak bir meslektir” şeklinde söylendiğini belirterek, durumun bizim için de geçerli olduğunu Dereboyu’nda siyah biradan ilk yudumu almadan söyledi. Sözün kıymeti büyük.

Meslek denen şey deneyimi, eğitimi, işe münhasır kültürü gerektiren, geçim sağlanan bir altın bilezik. Peki ne demek bir meslek olarak Kıbrıslıtürklük? Şaşırtıcı, kışkırtıcı, cezbedici, rahatsız edici lakin davetkâr bir soru olması hasebiyle, pek bir yaratıcı.

Bir müddettir bazı şeyler kurcalıyor aklımı Kıbrıslıtürklük durumu ile alakalı olarak. Öyle büyük kavramlarla izaha gayret ettiğimde modernleşme, geçiş toplumu, yapısalcılık, postyapısalcılık ve postmodernizm gibi, pek bir ithal, pek bir yavan oluyor bulduğum cevaplar.

Ben yatışta sen çöz gardaccığım!
Mesela aldığımız kiloları vermek için ne yemememiz gerektiğini diyetisyenlere danışıyoruz. Gidip menü listeleri alıp para ödüyoruz. Gırtlağımıza hakîm olmak için yardım alıyoruz.

Ailevi sorunlarımızı çözmek için aile danışmanlarına gidip meram anlatıyor, oturup konuşacağımıza, gidip para ödeyip sorunlarımızı başkalarının çözmesini bekliyoruz.

Gözbebeğimiz, hayat tarzımız canım Kıbrıs sorunumuzun çözümü için gımıldanmak yerine uluslararası aktörlerin reçeteler yazmasını bekliyoruz.

Evimize giren farelerden kurtulmak için ortak yaşam alanını paylaştığımız insanlarla birlikte hareket etmek yerine, sorunu bizden başka bir komşunun çözmesini bekleyip, sorunu kurduğumuz tuzacıklarla hallettiğimizi iddia edip meseleyi inkâr ediyoruz.

Çocuklarımızla aile gibi yaşamak için aslında bencil bireysel hasletlerimizden feragat etmemek dürtüsüyle evlerimize Filipinli bakıcılar istihdam edip, bunu çocuklarımıza verdiğimiz değerin bir ifadesi gibi takdim ederek, durumdan kendimize iltifatlar çıkarıp iyi anne ve babalar olduğumuzu iddia edebiliyoruz.

Gelirimizin artmasını, daha iyi maddi koşulların imkânlarını yaşamayı, gezmeyi tozmayı, tatile gidip gidip gelmeyi, dünyayı köşe bucak gezmeyi seviyoruz lakin daha az çalışmayı, daha az yorulmayı da istiyoruz.

İşten mümkün olduğu kadar erken çıkmayı marifet sayarken, yığılan işleri bir el atıp derleyip toparlamayı kapitalizmin, statükonun saldırısı olarak görüp sesimizi yükseltiyor, erken kaçamaklarımızın toplamının cüzü kadarcık ilave çalışmaya itiraz ediyoruz.

Yollardaki hendeklerden, longuvalardan, çukurlardan şikayet edip duruyoruz ama çözümü otomobillerimizin lastiklerini genişletmekte veya arazi tipi araçlara terfi etmekte buluyoruz.

Ekonominin sürdürülebilir olmadığını söyleyip tartışıyoruz ama maaşların Türkiye’den gönderilmesine de itiraz etmeden artışların yetersizliğinden dertlenip sövüp sayıyoruz.

Askere gitmemek için 40 takla atıp askerliğin ne denli gereksiz olduğunu mırıldanıp duruyoruz ama güvenliğimizin Türkiye tarafından sağlanmasına da bayılıyoruz.

Elçiye ekonominin gidişatı ile ilgili rapor açıklıyor diye veryansın ediyoruz lakin memnun olmadığımız ekonomik durumdan çıkış için parmağımızı kımıldatmıyor, bağımlılık ilişkisinin nakde dönmesini “yollayacak tabi, eli mahkûm” diye meşrulaştırıyoruz.

Yollarda basarak öldürdüğümüz hayvancıkları asfalttan kaldırma zahmetine bile katlanmadan yollardaki hayvan ölülerinin kaldırılmamasından yakınır, yetkilileri suçlarız.

Kamu yönetiminde torpilden şikâyet etmeyenimiz de yoktur, tevessül etmeyenimiz de.

Oturduğumuz yerde otura otura, durduğumuz yerde dura dura geçimimizi idame ettirmek maksadıyla, iyi hayatlar yaşamak mazlum psikolojisi ile için topu hep başkalarına atıp kaleyi terk ede ede yediğimiz goller skor tahtasına sığmaz oldu, çünkü Kıbrıslıtürk sahada değil hep tribünlerde.

Hem yediği gole isyan edip, hem gol atmak için atak yapmayan bir takım, hakemlerin her tür hareketine itiraz eder durur sadece… Bizim gibi işte, yoklukla malul bir kimlik trenindeyiz. İlk durakta inecekler ufak ufak kapıya doğru ilerlesin… Bu meslek iyi bir geçim kaynağı değil çünkü!