Yıllarca duvarına, pancuruna fırça değmeyen evi boyama sorumluluğunu üstlendiğimizde, pancurları türbe yeşili yapıvermiştik.

Murat kardeşimle köydeki evi bilmeye bilmeye boyama macerasından buyana, kavunun apayrı bir yeri var hayatımda.

O gün bu gündür sıcaklar bastı mı manav reyonlarında kavun arar gözlerim.

Daha önce sıradan bir mevsim meyvasiyken, boya macerasından buyana törensel bir malzemeye dönüşüverdi.

İki fırça vurup “yorulduk artık ama” diye söylenmeye başlar başlamaz, irice kokulu kavun almak için hemen Hasan Çavuş’a yollanırdı birimiz.

Diğerimiz türbe yeşili yağlıboyaya göz kararı tiner katar, karıştırır dururdu kavunu beklerken. Önemli işti boyayı tinerle açmak, olmazdı sonra!

Çok da anlardık ya…

Güya boya yapıyorduk ama iş bir raddeden sonra “maksat kavun yiyelim”e dönüşmüştü.

Şimdi yine çok sıcak var ve ortalık kavun dolu.

Bir cinayete kurban giden Mehmet Reis’in  marketinin, cinayet günlerinin hemen ardından tetikte uyuyan yaslı-tedirgin eş gözü gibi gece-gündüz hiç kapanmayan kaldırım üstündeki manav reyonundan her geçişimde, aklımdan durup kavunlara bir bakmak geçiyor.

Emlak-arsa-inşaat patlamadan Karava’ya giderken Ayorgi’nin hemen çıkışında solda, Beşparmaklar’a doğru sünen, talvarlarla örtülü bahçenin önünde yaşıtlarım ve çocucuklar tahta bir tezgâh kurar, böğrülce, darı, karpuz ve kavun satardı bu mevsim…

Şimdi geçerken talvarların ve türbe yeşil koyuluktaki sebze-mevye sürgünlerinin doldurduğu yerde koca koca villalara takılıyor gözlerim; ama nedense kavun kokusu vurur burnuma hala…

Hepiniz düşmansınız, hepiniz düşmanımızsınız diye kendi kendine gelin güvey olan öfkeli politikacıları dineyip izlerken, kesif bir kavun kokusu gelir burnuma.

Şeytan, bırak “bu zırvaları, git kavun ye, serinle” diye baştan çıkarır beni allahtan, yoksa bu sıcakta insanın asabi ve sinirsel dengesi altüst olur mazallah.

Yada kızım “Baba yeni bir oyun bul” diye yaratıcılığımın sınırlarını zorladığında, “Aklıma bir fikir geldi” diye hemen birkaç dilim kavun doğrayıp “kavun yeme yarışması” oyununa başvuruyorum.

Fakültede öğleden sonra insafsızca odaya hücum eden acımasız güneş ışıklarına, bir dilim kavun yeme bahanesiyle oyun oynuyorum.

Hayatında kaçıncı sırada olduğumu, hatta hayatımda kaçıncı sırada olduğunu bilmediğim insanların siyaset üzerine ahkâm kesmeye başladıkları daral durumlarında, “hemen gitmem lazım, kavun saatim geldi; kan şekerim düşüyor da” diyorum kibarca.

Bugün yine kavun yemeli; çok bahanemiz var yine…