Kıbrıs’ta ilk Haziran yağmuru yağdı.

Tüm söylenenleri yıkadı, arındırdı. Ne politikacılar konuştu, ne de sivil toplum örgütleri. Bugün kış; ilk Haziran yağmuru sildi süpürdü tüm eleştirileri, tüm saldırıları, tüm anlayışsızlıkları; hatta anlamamalarla yanlış ve eksik anlamaları…

Hiç birşey kalmadı eskiye ait.

Yeniler ve yenilikler eskiden kalan miras üzerine kurulmaya mahkum olmasa, herşey daha mı kolay olurdu, daha mı zor olurdu?

Bunu bilebilmenin, düşünülen üzerine kurulan beklenti ve yargıları temel kabul ederek yorumlar yapmanın dışında bir yöntemi var mıdır epistemolojinin?

Düşünülen dışı bir bilme ve anlama biçimi nasıl mümkün olurdu? Bu sorunun yanıtı için bile soru üzerinde düşünmekten başka çaremiz mi var ki?

Kıbrıs’ta ilk Haziran yağmuru yağdı.

Düşünsel savrulmalar, tek biçimli, tek örnek, üniformatik düşünce sistematikleri dışında Allah’ın ve felsefenin emri değil de nedir ki? Allah ve felsefe çok mu yakın, yoksa çok mu uzak birbirine?

Ne denli demokratik olabiliriz siyasetin bir hegemonik ilişki biçimi olduğunu reddederek? Hatta siyasetteki hegemonik mücadelenin, tahakküm ilişkisine dönüşme potansiyelini barındırdığını ve bunun son derece anti demoratik bir ihtimal olduğunu gizleyerek ne denli demokratik bir dil inşa edebiliriz?

Kıbrıs’ta ilk Haziran yağmuru yağdı. Tüm söylenenleri yıkadı, arındırdı.

Bu ilk Haziran yağmuru, bir de tüm söylenenlerin içinden konuştuğu eğreti özne konumlarını, organik entelektüel duruşları yuğabilse…

Her şey daha güzel olacak.