Şaşıracak hiçbirşey kalmadı.

Herşey normal.

Tıpkı eskisi gibi.

Aralık’ta “Bunlardan herşey beklenir, ne yapsalar yeridir” günlerine tek yön bilet aldık, gittik kaldık.

Uzun bir süre de bu peronda bekleyeceğiz oturup.

Biraz fındık fıstık almalı.

Soğuk bir kola veya ince belli bir bardak çift küp şekerli sıcak çay.

Gelip geçen peronlara bakıp “aaa, bak kim geçiyor” diyebileceğimiz tanıdık bir sima aranarak oturacağız bu bankta.

Tıpkı eskisi gibi.

“Bir yerden gözüm ısırıyor, ama nerden çıkaramadık” mırıldanmalarıyla avunacağız.

Vagolardakilerin tümü istisnasız tanıdık.

Havuçtu, limandı, göründüydü, görünmediydi, kuştu, börtü böcekti diye sırıl sıklam aşık olduğumuz titreme günlerinden geriye, çırıl çıplak bir gerçek kaldı.

Her gerçek gibi bu gerçek de çıplak.

Her çıplak gibi utandıran, kışkırtan ama ayıplığı ağır basan gerçek.

Biraz çekirdek mi alsak çitlemeye; vakit geçsin diye?

Kabuklarını sol avucumuzda biriktirerek, erken seçimi beklesek…

“Dur bakalım şimdi ne olacak” diye sora sora…

Şaşıracak hiçbirşey kalmadı.

Herşey normal.

Tıpkı eskisi gibi.

Mevsim de değişiyor ama değişen birşey yok.

“Eskiden böyle miydi” diye soralım birbirimize.

Eski düğünler, eski cenazeler, eski bayramlar geyiği yapalım toplumsal uzlaşı içinde, kesintisiz.

Toplumsal bir eylemlilik içine girelim, eskileri yad ederek.

Geçmişin arkasına gizlenelim.

“İca” diyelim birbirimize.

Bir heyûla olarak statükodan korkalım.

“Amannn, geri gelmesin de, neyse artık” diyelim günde 40 sefer.

Hiçbirşeye şaşırmayalım.

Şaşılacak yeni şeyler düşünmeyelim.

Bir sevgi ve muhabbet yumağı içinde, toplumsal uzlaşının tadını çıkaralım, sefasını sürelim.

Ceplerimizi tuzlu sarı leblebi dolduralım.

Pikniğe gidelim Boğaz’a.

Mangal yakalım.

Şiş çevirelim.

Bahçedeki ısırganları daha küçükken sökelim.

Ziziroların sesi de kesildi, öğlenleri 1 saatçik kestirelim rahatça.

Sessiz sedasız…

Toplumsal bir huşû içinde…

Görünene bakalım, bakalım, bakalım…

Göreceğimizi görelim.