Huyum kurusun, bazı girdaplara düşme konusunda acayip şekilde yetenekliyimdir.

spinAkıl ve duygu ikilemi ile verilen kararlarla yürüyen hayata bağlılıklarımı hiç sunmadım.

“Duygusal akıl” veya “akıllı duygu” hem tek başına akıldan hem tek başına duygudan daha cazip gelmiştir ömrü hayatımda bana.

Bu hususlarda yapılan çok sayıda çalışma var ki hiçbirini okumuş değilim. Sanki tümü saçmaymış gibi düşünüyorum çok önyargılı bir obsesyon ile. Kozmosun, aklına her gelenin çağırdığını sorgusuz sualsiz yollayacak kadar cömert olabileceğine ikna olmuş değilim çünkü.

Düşünce gücü, nasıl çalışıyor?

“Düşün düşün tamamdır işin” deyişinden nasıl oldu da “yeteri kadar isteyince olur” noktasına geldi insanlık? Bir nevi tembellik kokusu geliyor burnuma.

Emek ve üretmek kavramları demode olalı, istemek ve düşünmek telafi etti boşluklarını sanki.

Replik ana hatlarıyla şu diyalogdaki gibi özetlenebilir:

-Ne yapıyorsun?

-Düşünüyorum ya, daha ne yapayım?

Düşünce kavramının modern zamanlardaki kutsiyeti karşısında nutku tutulur, zırt diye kalakalır insan bu cevap karşısında. Çok önemli, kıymetli ve zor bir şeydir çünkü düşünmek. Düşünmek, normal ve sıradan bir insani icraat olmaktan çıkıp çok özel başka bir şeye dönüşüverir böylelikle: Sıradan olanın düşünmesi imkânsız, gereksiz, lüzumsuz ve değersizdir! Düşünmek, sıra dışı bir melekeye dönüşüverir böylelikle.

Düşünce kontrolü denen bir çalışma sahası var malumunuz olduğu üzere. Bu düşünceyi allayıp pullamak esasen o sahanın uzmanlığıdır.

Bir nevi ‘fast food’ gibi ‘fast think’ üretilir.
Cem Yılmaz’ın şu meşhur deyişindeki gibi:
Yapılmışı var!

Kimsenin çok meşakkatli düşünme işini şey etmesine cihet yoktur, hazır düşünülmüş düşüncelerden kullanılması hızlı ve zorlu hayat koşullarında son derece pratiktir, değil mi?

Düşünülmüş hazır düşünceler…
Think thank
vardır mesela, düşünce depoları yani. Hatta düşünce kuruluşları da denir güzel Türkçemizde bu parlak düşünce şelalelerine. Bu kurum ve kuruluşların New York, Washington, Londra gibi pırlanta gibi kentlerde olması göz kamaştırır.

“En fazla think tank ABD’de var” desem kimse için şaşırtıcı bir bilgi olmaz. Yaklaşık bin 800 tane. Çeşitli kaynaklarda Avrupa Birliği’nde bin 485, Çin’de 425, Hindistan’da 292, İngiltere’de 286, Almanya 194, Fransa’da 176 düşünce kuruluşunun olduğunu rivayet ediliyor.

Bir kurum kuruyorsunuz ve tek işi düşünmek, tek üretimi düşünce. Düşünce atölyesi, düşünce fabrikası lezzetinde… Dondurma, ekmek, meşrubat, bilgisayar, otomobil, mobilya gibi yani.

Dış politika, ekonomi, savunma alanları think tank kazanlarının gözdesidir. Esas mesele devletlerin karar alma süreçlerinin etkinliği artırmak ve ‘doğru politikalar’ izlenmesini sağlamak amacıyla söylemsel bir algı oluşturmak…

Algı dediniz mi akan sular durur. Dikkatinizi rica ederim, anlama değil algı. Yeni zamanlarda insan beyninin mantık tarafının değil beğenme tarafının ağır bastığına ilişkin araştırma sonuçları çok etkileyici.

Ben de yeni rast geldim ki Obama bir başkanlık direktifiyle büyük Amerikan projesi olarak nitelendirilen ve adı BRAIN olan bir büyük proje başlatmış bulunmakta.

brain

Proje güzel…
“Amerika’nın en güçlü yanı fikirleridir. Hayal kuran ulusuz, bizler risk üstlenicileriz. Kimsenin göremediğini gören insanlarız” diyen Obama, Brain Research through Advancing Innovative Neurotechnologies adının kıslatılmışı olan BRAIN (beyin) adıyla bir projeyi uygulamaya koydu.

Projeyle murat edilen insan beyninin nasıl çalıştığı, bu işleyişte nelerin değişmeye başladığı ve yönünün nereye gittiğinin ortaya çıkarılması.

Araştırmalar, “duygularla” düşünmenin, dış dünyadan gelen verileri anlama aşamasını atlayarak anlamlandırmanın, çağımızın koşullarının yarattığı yeni beyinlerin özelliği olduğu konusunda uzlaşmış vaziyette şimdiden.

icon-this-sunday-1

Kapıldım gittim…
Bu hususta yaptığım çalışmaların gazına gelerek internet sitemin tasarımını elledim. Yeni bir görünüm kazandırdım www.bizden.net adresinden kitlelere yayın yaptığım siteme.

Daha çok işi var ama bakınca anlaşılan şekilde yayınlıyorum yazıları, okunmadan da beğenilecek bir tarz geliştirmeye, daha doğrusu bu tarzı taklit etmeye gayret ediyorum.

Sanki aklın yetmediği, duyguların kâfi gelmediği bir zamandayız gibime geliyor. Tek başına ne biri, ne diğeri kesiyor.

Think thank kuruluşlarının, yağmurlu bir Pazar günü Kıbrıslıtürkler’in nasıl vakit geçireceği ile ilgili çalışmalar yapıp raporlar yazacağını hiç sanmıyorum.

Bu husus üzerine düşünmeye başladığım esnada tuşlara giden parmaklarım, maalesef esas konuyu yine teğet geçti. Tasvip edersiniz, etmezsiniz bilemem. Lakin vaziyet, tasvip etseniz de etmeseniz de bu şekildedir!

Kış pazarı veya pazar kışı olabilir, ama illâ ki Pazar işte…

Siz ayaklarınızı sıcak tutun, ateşsiz kalmayın, muhabbetiniz eksik olmasın da nasıl olsa birileri düşünüyordur, biz anı yaşayalım yeter!