“Umulmadık yerden ne gelir” diye sorulamaz bile: Zaten umulmuyor birşey, ne beklensin oradan birşey gelsin diye?

Durduğumuz yeri tarifte sıkıntıya düşüş anlarımız uzadıkça, hiçbir yerde durmadığımızı keşfederiz: Bir arayış serüveninin duraklarından birinde soluklanıyoruz ki tarif sıkıntısı çekiyoruz o an.

Nerede olduğunu bilmek için ihtiyaç duyulan nerede olunmanın istenmediği midir öncelik taşıyan, yoksa nerede olamadığını bilmek midir? Hangisiyle tarif edilir, nerede olunduğu?

Kantar mıdır bu dengede dursun… İllâ ki bir kefesi ağır basacak, mutlaka. Ya hakkını yiyecek tartıcı alıcının, ya hakkını yedirecek: Dedirtecek ki hak geçmesin kendi hakkından vererek.

Birinin ağır basması gerekir mi? Ne yapmamak gerektiği ile neyin yapılamadığı arasındaki fark, büyük müdür gerçekten?

Çıkılan yollar hep bir restleşmeden başlar ve rastgelişmelerle ilerler. Varılan noktalar da yeni restleşmelere borçlanmalardır. Olunabilecek o kadar çok yer var ki, atlamalı geçişli, konaklamalı kopuşlu, duraklamalı ilerleyişli kuralsızlıklar silsilesi ile boğuşulur durulur… Durulsa herşey, hiçbirşey yok demek.

 

Birden kopulur.

Yavaş yavaş, sindire sindire, alışa alışa bitiş yoktur. Birden kopulur. İzahı, tarifi yoktur kopuşların. Gerekçelendirmeler geriye işler hep: Mazaret icadıdır kopulanın meşruiyetini inşa eden.

Birden kopulur. Kopuşların efendisidir geçmiş:

Hakîkat, geriye doğru gidilerek inşa edilir. Gelecek tasavvurlarından ağır basar geçmiş tasavvurları.

Bir anda kopulur.

Kopulanı yıkmak, yok saymak, reddetmek, yeniden tarif etmek aynı şeydir: Kopuşların efendisidir geçmiş.

Arkada kalanlar tükenenlerdir, tükenenler kopulanlar, kopulanlarsa bitenlerdir gerçekte.

Yeni bir yıl… Kaçıncı yeni bir yıl bu? Aynı şeyleri kaç defa bitirdik, kaç defa başladık aynı şeylere?

Neresi yeni bir yıl bunun?

Neresi yeni bir durum bunun?

Bu durum, kaç kez yaşandı; başlamayan şeylerin kaçıncı bitişi bu?

Başladığını inkâr üzerine var sayılan şeyin varlığını sorgulayıp gereğini talep etmek değil midir mesele? Mesele cevapsız kalmakta başlamıyor mu ki bitecek birşey bile olmadığının yarattığı sıkıntı, ruha kara kalın bir kirli perde olarak düşer: Oyun bitemezdi; başlamadığı hasebiyle!