Kıbrıs tarihinde ilk kez, siyasetin ve siyasetçinin toplumsal dinamiklerin gerisinde kaldığı bir dönemi yaşıyor. Toplumsal muhalefet hakim sağ söylemin kuşatıcılığından kurtulup yeni bir dil, yeni bir anlayışla kendini ifade ettiği kitlesel ve bireysel çıkışlarla siyaseti yeni kavrayışlara davet etti. Henüz davete icabet eden yok.

Hakim söylemi belirleyen sağ siyasetin iflasının ardından, muhalif sol söylem ilk kez hakimiyet tesis etme ihtimaliyle yüzyüze geldi.

Sağ siyaset anlayışının mantığının temel dayanakları kırıldı. Siyasete bireysel çıkar ekseninde yön verme, bireysel çıkarları, şirket çıkarlarını kollayıp kayırarak iktidarı bu yönde işlevselleştirerek hakimiyeti sürdürme mekanizmaları çöktü. Ne kredilerin, ne arsaların, ne eşdeğerin, ne de istihdamın bir politik aparat olma kudreti kaldı. Milliyetçi ve şoven söylemlerin toplumsal gerçeklikle örtüşmemesi, sağ siyasetin iktidarı yeniden üretme mantığının devamının artık mümkün olmadığını gösteriyor.

Sol siyasetin hayatın gerçeklikleriyle örtüşmeyen ve “romantik” olarak etiketlenen barış söylemi de altüst oldu. Annan Planı ile “barış” ilk kez somut bir gerçeklik olarak gündeme geldi. İçi boş barış ve çözüm taleplerinin sürüdürülmesi artık mümkün değil. Ortada çok somut ve çok detaylı bir çözüm/barış metni varken, ayrıntılarla değil, bütüncül ve ideolojik yaklaşımlarla siyaset yapmanın reel politikle ters düştüğü de gayet net.

Her iki cenahın boşlukta kalması, boşluğun toplumsal muhalefetle dolmasının en büyük tetikleyicisi oldu. Toplumsal muhalefetin temel argümanlarının teşhisiyle ilgili genel değerlendirmeler ne derece sağlıklı tartışılır ama, göründüğü kadarıyla hem sağ, hem de sol siyasetin toplumsal muhalefetin duruşuna ilişkin tahlilleri, arabayı atın önüne koyma yönünde.

Toplumsal muhalefeti, sol siyasetin destekleyicisi ve kayıtsız şartsız sahiplenicisi olarak okumak ne denli sağlıklıysa, sağ siyasetin uygulamadaki eksikliklerine bir tepki olarak okumak da o denli sağlıklı. Toplumsal muhalefetin böyle okunduğunu, sağ ve sol siyasetin değerlendirmelerinde görüyoruz: Sağ siyaset, yıllardır iktidarda olmadan kaynaklanan yıpranmanın, Aralık seçimlerinde planlı ve programlı çalışarak somut projelerle seçmenin karşısına çıkılarak giderileceği kanaatinde. Sol siyaset de, toplumsal muhalafetin büyük bir oy patlamasına neden olacağı ve meclis aritmetiğinde çoğunluğun –geçmişte açık bir mühadale ile değişen sayılmazsa- tarihte ilk kez sol siyasete geçeceği beklentisinde.

Sağ siyaset meselesini bir sonraya bırakarak, sol siyasetin bu genel değerlendirmesini irdeleyelim.

Solun, solluğu idealist olmayışına dayanır. Materyalist felsefenin amentüsü, hiçbirşeyin kendiliğinden olmadığıdır. Bu amentü, bilinçli insan eylemini kutsarken, idealist felsefeyi mahkum eder.

Oluşumunu ve gücünü sol siyasete borçlu olmayan toplumsal muhalefetin, kendiliğinden sol partilerin peşinde koşacağı ve oyların büyük bir patlama yaparak solun meclis aritmetiğinde doğal olarak çoğunluğu sağlayacağı mantığına dayalı taktikler geliştirme çabası açık açık ifade ediliyor.

CTP, çözüm ve barış mücadelesinin amiral gemisi edasıyla, kendi dışındaki ideolojik müttefiklerini kendine iltihak etmeye davet ediyor. Toplumsal muahefetin varlığını kendi varlığına armağan etmesini talep eden bu yaklaşımın siyaset felsefesindeki tanımına iyice bir bakmakta yarar olmalı.

CTP üst düzey yöneticileri, milletvekili aday listelerini açık listelere dönüştürerek, Annan Planı temelinde çözüm ve AB vizyonundaki herkesi adaylığa davet edeceğini ifade ediyor. Buna da “programatik birlik” adını veriyor. CTP’nin, toplumsal muhalefetin varlığını CTP’nin varlığına armağan etmeye çağırması ideolojik bir birlik çağırısı olmadığı gibi, programatik bir birlik çağrısı da değildir.

Bu “programatik birlik” denen şey, bir siyasal partinin kendi tüzük ve programıyla çelişmeyen, tutarlı bir programsa elbette. Ama görünen o ki, programatik denen şey, toplumsal muhalefetin gücünün sahiplenilmesidir. Dolayısıyla CTP’nin seçim stratejisi olarak ortaya koyduğu yaklaşım, tümüyle toplumsal muhalefetin işgalidir.

Toplumsal muhalefetin, CTP’ye eklemlenmesi çağırısı CTP ile organik bağları aşikar olan sivil toplum örgütlerinin CTP’li lider kadrolarına milletvekili aday listelerinde yer vermenin ötesinde bir davet değildir. Sivil toplum örgütlerini kuşatma ve yaratma stratejisinin ikinci adımı normal olarak, toplumsal muhalefeti kendine eklemleme teşebbüsüdür.

Açık liste teşebbüsü ise tam da budur.