After shave senaryoları (2)

En çok, yılların güvercinini Çakıcı’nın elinden zar zor kurtarıp bir palazcığı yeniden güvercin yapmaya yılları yetmeyecek olanlar açısından endişeliyim.

Mehmet Çakıcı’nın siyasete giriş günlerini iyi bir hatırlayan olarak, şimdi de siyasetten çıkışının yakın bir gözlemcisiyim. Gidişat gayet net: Öfke rüzgârlarıyla doldurulan yelken, kaptanın acemi kılıç çizikleriyle yırtıldı, hava kaçırıyor!

Kaptan, gemi karaya vurursa gemiyi ilk önce terk edeceğini de deklare etti. Kaptanın sırtını döndüğü, hatta bir kısmını gemiden filikalara inmeye zorladığı eski sahipler de, “28 Temmuz’daki ilk limanı beğenmezsek gemiye geri döneriz” dedi. Çok net bir rota, çok kısa bir deniz mili bakiyesi; vira bismillah!

Mehmet Çakıcı bir tıp doktoru ve psikiyatr. Birey psikolojisi kadar toplum psikolojisini de benden çok daha iyi bildiğinden zerre kadar şüphem yok: Nihayetinde hepi topu eğlenceli bir radyo programcığı olan PARTY TIME yapımcı ve sunucusuyum. Allah razı olsun her gün 700 kelimeme yer verme lüksünü yaşatan bir de gazete var.

Bu kadarcığı bir psikiyatrın hasletleriyle kıyas kabul etmez, bunu bal gibi de biliyorum. Zaten mesele psikiyatri olmadığından, 28 Temmuz sonrası için TDP gemisinin ilk birkaç uğrak limanı ile ilgili spekülasyon yapma cesaretini göstermeye niyet ettim. Sonunda Çakıcı’nın bana ağır dozlu bir reçete yazma ihtimali de yok değil; ki bunu zaten peşinen göze alıyorum!

YEDİ GABİLEYE SELAM ELÇİSİ
Son birkaç yılda hem Meclis kürsüsünden, hem medyadan, hem de bire bir temaslarında yüksek dozda öfke kullanan Çakıcı, sokağın öfkesi yükseldikçe güvercinin yükseldiği yanılgısına kapıldı. Siyaset kurumuna duyulan öfkeyi kabarta kabarta bir haller oldu.

Hükümete Meclis kürsüsünden “Girneli gençlerin yedi gabilenize selamı” var noktasını gördüğümde, o selamı alması beklenenlerin, öfkeyle baskılanan siyasi öngörü zaafiyetini gayet net gördüğünü idrak ediverdim: Çakıcı’yı öfkesinde boğacaklardı!

Öncesinde, vekil sayısının engellemeye yetmediği meseleleri konuşma rekorları kırarak engelleme yöntemini seçmesi ile kahve muhabbetlerinin ana gündemi oldu. Siyasete öfkelenen, iktidara öfkelenen nasıl ağzına geleni söylüyorsaydı, Çakıcı da aynı dil ve yaklaşımla özdeşleştirdi kendini.

Çakıcı, “yürü be başkan kim tutar seni” gazlamalarıyla öfkeyi siyasetin hammaddesine dönüştürdü. Partisinin, arada sırada sahiplenme ihtiyacı gördüğü siyaset yelpazesindeki dingin, uzlaşmacı, orta yolcu mirasını zırt diye tüketti.

STRATEJİK HANDİKAÇLAR
Öfke ve sinir, konuştukça çoğalır, çoğaldıkça içi boşalır, bir noktadan sonra kime, neden sinirlenip küfrettiğinizi bile unutursunuz. Bu Freud ve Lacan tarafından çalışılan bir konu olsa gerek, lakin ben bilmez, psikiyatrlar bilir.

Öfkenin gerçeklikle ilişkisinin kopuşu enteresan bir haleti ruhiyeye denk gelir: Çoronik Dr. Küçük’e öyle çok küfredermiş ki, defalarca mahkemeleşmişler lakin sövmeye devam etmiş. Aralarındaki husumet neydi? Bilen kaldı mı? Yok. Öfkenin nesnesinden koptuğu an, tam da öznenin kendini kaybettiği andır.

Seçim atmosferine girildiğinde sokaktaki öfke dinmeye başladı.

Çakıcı’ya köy kahvesinde iki sandalyede, oturduğu yerden hislerine tercüman olduğu için gaz veren seçmen, sakinleşti. Bir yandan partisini korumaya aldı, diğer yandan partilerin iyi adaylarını öğütleyip ayıklamaya girişti.

Öfkeler dinerken, öfkeyi siyasetin hammaddesi olarak kullanarak “yükselişteyiz” yanılsamasına kapılan Çakıcı, aşınan zemine sağlam temel atılmayacağını mühendis olmaması hasebiyle hesaplayamadı.

Bir yandan CTP ile, diğer yandan DP ve UBP ile en hafif tabiriyle her fırsatta girişti. Hatta boykotçulara bile öfkelenip “pasif-agresif” hastalığı teşhisi bile koydu. Hepsini yerden yere vurdu, çıkan güm seslerini hanesine oy olarak yazdı durdu. Oysa ki, TDP’nin tek başına iktidar hedefi yoktu ve seçmen bunu bal gibi bilmekteydi. En iyi ihtimal koalisyon ortaklığı olabilirdi. Bütün konakları yakıp yıkınca da, değil mal sahibi, kiracı bile olabilmek mümkün değildi.

Çakıcı siyasetini izahta işe yarayan şu meşhur Ege türküsünü hatırlatayım müsaadenizle:

“İzmir’in kavakları / Dökülür yaprakları / Bize de derler çakıcı / Yakarız konakları / Selvi senden uzun yok / Yaprağında düzüm yok / Kamalı da zeybek vuruldu / Çakıcı’ya sözüm yok”

TAKTİKSEL GÜMBÜRTOZLAR
Mesele sadece stratejik handikaç meselesi ile sınırlı da kalmadı. Aday belirleme sürecindeki manevralar ve ince hesaplar Çakıcı’yı “reddi mirasçı delikanlı” yapıverdi.

Tahsin Mertekçi, Barış Mamalı  ve Suphi Hüdaoğlu’nın liste dışı bırakılması, parti geleneğine rüştünü henüz kanıtlayamayan Çakıcı’nın kaptanlığını sorgulattı.

Adaylığı kesinleştikten sonra “TDP çözüm üretmeyen bir partidir” diyen eski CTP milletvekilinin “liste başı adaylığı”, “AKP’li aday” ile “sabıkalı aday” krizlerinin de Çakıcı’nın kontenjanlarına denk gelmesi kesinlikle benim kabahatim değil.

Hele hele siyasete dönmeye motive olduğunu söyleyen geçici hükümette TDP’li bakan olarak görev yapan Mehmet Harmancı’nın “Bu seçim sonuçları bizim de alacağımız siyasi kararların büyük belirleyicisi olacaktır” demesiyle zerre kadar alakam yok.

Suphi Hüdaoğlu’nun kurultay yarışında Çakıcı’nın karşısına çıkmaya hazırlandığı, tabandan gelen talepleri not ettiğini bilmeyen yok.

TDP en az %7 oy alıp en az 2 milletvekili çıkarmazsa bu işleri bırakacağını söyleyen Çakıcı, zaten çakılacağını idrak etmiş olmalı. En çok, yılların güvercinini Çakıcı’nın elinden zar zor kurtarıp bir palazcığı yeniden güvercin yapmaya yılları yetmeyecek olanlar açısından endişeliyim.