Biliyorum, CTP’li dostlar “hastalık düzeyinde CTP düşmanlığı depreşti yine” diye teselli bulacaklar okuduktan sonra anlamaya zahmet etmek yerine büyük ihtimal. Olsun…

Ara bölgede ortak açıklama seremonisi yapılırken Talat Güzelyurt’ta açık pazarı ziyaret ediyordu…

Malumunuz olduğu üzere, bir durum veya süreci tarif etmek için seçilen kelime ayrıntı değil, esastır. Kamusal düşünce ikliminin köşe taşlarını oluşturan ana kavramların değişimi, bir düşünme biçiminin, zihniyet dünyasının seyrini tespit edip anlamak açısından kıymetli malzemeler vaat eden bir alandır.

“Ortak Metin” ile başlayan müzakere maratonunun en dikkat çekici noktalarından biri, Kıbrıslıtürk solunun tarihinde ilk kez, bir müzakere sürecini “barış” değil “çözüm” süreci olarak nitelemesi.

Tarihsel olarak “çözüm” kavramı Kıbrıslıtürk sağının 2-2-2 (iki devlet, iki bölge, iki egemenlik) formülü esaslı duruşuna denk gelir.

Özgünlüğünü “birleşik Kıbrıs” duruşuyla ifadelendiren Kıbrıslıtürk solunun evrensel değerlerine atıf yapan lezzetteki “barış” kavramı, sol olmanın alametifarikasıdır.

Malum, “barışçı” sol iktidara her gelişinde icraat ve söylemiyle sağdan farkını ortaya koyamama açmazıyla malul. 2013 seçimlerinde solun ileri gelenleri, iç meselelere önem vermenin Soğuk Savaş mantığıyla revizyonist bir duruş olduğu değerlendirmelerinin artık eskide kaldığını alenen dillendirdi, hakları teslim edilmeli.

Talat ve gulumra
Talat’ın, Eroğlu’nun Kıbrıs sorununu “çözmesi” durumunda aday olmayacağı açıklaması siyasi tarihindeki en önemli hataları arasında anılacak.

Talat’ın ortak açıklama metninin deklare seremonisinin olduğu saatlerde Güzelyurt çarşısını gezmesi, ofisinin devletin haber ajansı marifetiyle yeşil biber, gulumra ve domates kasaları önündeki fotoğrafını servis etmesi, aklıma 2004’te Eroğlu’nun Yeşilırmak’taki muz bahçelerine yaptığı ziyareti getirdi. Olacak iş değil!

Talat, “çöz aday olmayayım” taktik hatasını, Nami’nin öne çıkma hezeyanlarına sessiz kalıp, sembolik gösterge düzeyinde yerel bir oyuncu bile olmadığını göze sokan gulumralı fotoğraflar servis ederek taçlandırıp, hızla stratejik bir silinişe doğru sürüklenmeye başladı.

Nami ve ekstra
Dışişleri Bakanı Özdil Nami’nin ortak metnin kendinin eseri olduğu konusundaki iddialı atakları, Kıbrıslıtürk solunun söylemsel erozyonuna önemli dozda katkı yapar niteliktedir.

Uluslararası aktörlerle temas yürütmesi, sürece katkı koymasından doğal ne olabilir bir dışişleri bakanının?

Öyle hezeyanlar, öyle atılıp kapılmalar izledik ki, Nami “Yerel Yönetimler Bakanı” imiş de ekstra çabalarda bulunmuş, herkesin kendini takdir etmesini bekliyormuş hissiyatının eşiğine kadar gidip gidip döndük.

Ortak metnin açıklanacağı günden 24 saat önce, bir günde 8 TV kanalına nasıl çıktı, bir de o gün boyunca başka ne yaptı çok merak içindeyim.

Metni Amerika’nın veya Türkiye’nin dayattığını söyleyen Kıbrıslıtürk solu ve metni neredeyse kendinin yazdığını anlatma gayretkeşliği içindeki hasbelkader sol partili, liberal bir dışişleri bakanı…

Halkın çözüm sürecine katılımı çağrısı, itibar ve güven erozyonu yaşayan Kıbrıslıtürk sol siyasetin yeni bir mağlubiyetine neden olur, Eroğlu’nu güçlendirir. Kaldı ki sivil toplumun aktifleşip “40 yıllık şahinlerin barış güvercini olamayacağını” söyleyen sol bir siyasal parti. Sivil toplum – siyaset ilişkisini idrak hallerindeki epistemolojik sıkıntı, ontolojik düzeye sirayet etmiş ve giderilmesi pek mümkün görünmemekte. Hem de rakipler akıl vermişçesine liberal bir ilişik partilinin ağzından dillendiriliyorsa, hiç mümkün değil.

Eroğlu’nun yeniden konumlandırılması
Delege operasyonları ile Kıbrıslıtürk sağını kontrolüne alan Derviş Eroğlu, “çözüm” kavramını barış yerine kabul ettirerek Kıbrıslıtürk solunu temel ayırt edici niteliğini aşındırıyor.

Çözüm süreci, bir yandan Talat, bir yandan Nami’nin taktik manevralarının da ehemmiyetli miktarda katkısıyla, son bir yıldır beyin takımı tarafından yürütülen Eroğlu’nu “Türkiye siyasi iktidarına karşı Kıbrıslıtürklerin tek direnç noktası” konumlandırma kampanyasına eklemlendi.

Sürprizler?
“40 yıllık şahinden barış güvercini olmaz”
çerçevesi, süreci barış değil “çözüm süreci” olarak adlandıranların aczini de alenen ifade ediyor.

“Vatan, bayrak, çakıl taşı verilmez” ve “barış engellenemez” romantik idealizmleri yerlerini hızla, çözüm kavramı ile realizme bırakıyor.

Realizm “mümkünün kabulü”, idealizm “mümkünün aşılması” ise, yeni sürecin mutlak ayrılıkla sonuçlanma potansiyeli fevkalade yüksektir.

İdealizmi marjinalleştiren söylemsel savrulma vaziyeti nihayetinde, Kıbrıslıtürk toplumunu güçlü bir aktör değil, iyi bir izleyiciye dönüştürür.

Birilerinin hemen susması, birilerinin hemen konuşmaya başlamasının vaktidir.

Yoksa en büyük sürpriz, çözüm sürecinden civciv veya kuş çıkması ve Kıbrıslıtürk solunun da sulukları mütemadiyen tazeleme görevini ebet müddet çaresiz bir biçimde üstlenmesi ile hitama erer. Biliyorum, CTP’li dostlar “hastalık düzeyinde CTP düşmanlığı depreşti yine” diye teselli bulacaklar okuduktan sonra anlamaya zahmet etmek yerine büyük ihtimal. Olsun…

İmza:
Bir dost!