Koleston Wella Facebook sayfasında 5 Ağustos’ta şu soru paylaşıldı: “Kimler uzun süreden beri aynı saç rengini kullanıyor? Sence de değiştirmenin zamanı gelmedi mi?” Tesadüf mü? Bence değil ve asla olamaz! İzaha gayret edeyim müsaadenizle.

25 yaşındaki stilist Franz Ströher, 1880 yılında peruk modasının zirve yaptığı bir dönemde kendi şirketini kurar ve ıslanmayan, su geçirmez peruğu piyasaya sürer.
1904 yılında ise Almanya’nın Kirchen kentinde ilk fabrikasını açar. Çeşitli kaynaklara göre Ströher piyasadaki tüm faaliyetlerini iki anahtar sözcük temelinde yürütür: Vizyon ve inovasyon!

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 1920’de Franz’ın oğulları Karl and Georg saçları dalgalı yapan yeni bir ürün geliştirirler. Bu yeni ürüne Almanca’da dalga anlamına gelen Wella adını verirler. 1930’larda ise yeryüzünün ilk perma makinesini geliştirirler. Markanın Almanya’da başlayan hikâyesi Amerika’da devam eder.
Koleston Wella’nın peruk üretimiyle başlayıp bir dalgalı saç modasını ve tüm gerekli kimyasallarla makinelerini geliştirerek hayatına devam eden öyküsü 1950’ler ve 60’larda “kendin pişir kendin ye” saç boyası ile yeni bir boyuta geçer. İşte bizi ilgilendiren esas nokta budur!
Siyasette saç boyası
Saç üzerine kurulu bir ekonomik imparatorluk olabiliyorsa, saç önemli bir meseledir demektir. Hele saç boyası denince dünya çapında akla gelen bir markadan söz ediyorsak o da önemlidir.
Hele hele vizyon ve inovasyon kavramları, saç boyamak vizyon geliştirip, yaratıcı yenilikçilik mealindeki inovasyon yapmakla özdeşleştiriliyor olabilir. Saç boyanınca yeni bir vizyon kurulduğu ve yaratıcı yeniliklerin yapıldığı yanılsamasına neden olabilir.
28 Temmuz seçimlerinin hemen öncesinde siyasi gündemde mühim bir yer tutan saç boyası meselesi fiziki bir durumdur. Ancak her durum bir süre sonra Özker hocanın statüko yerine kullandığı tabiriyle “sürerdurum”a dönüşme potansiyelini barındırır. İzaha gayretim devam etmeli, farkındayım.
Bireyden kuruma
Bazı bireysel davranışlar, bir süre sonra o bireyin yer aldığı kurumların kültürünün bir parçası olmaya başlar. Hele o birey kurumun tepe kadrosunda yer alıyorsa, bu ihtimal daha da büyür.
Şekli değişikliklerin öze nüfuz ettiği düşüncesi, doğruluk ve yanlışlığı bir yana literatürün bir yerlerinde illa ki vardır.
Ulusal Birlik Partisi’nde yaşanan son gelişmeler buna cuk oturan bir “case stady”dir.
Genel Başkan İrsen Küçük saç rengini iki kez değişmiş, partisi tarihinin en düşük vekil sayısını elde etmiş, zat-ı alileri de bizzat sandıkta kalmıştır. Üçü arasındaki illiyet bağını araştırmak siyaset bilimcilerle kuaförlerin işbirliğini gerektirecek kadar disiplinler arası bir meseledir, konunun beni aştığının idrakindeyim. Lakin ileri düzey araştırmalara bir zemin oluşturması maksatları bakımından fikir uçuşmalarımın tarihe not düşülmesine verdiğim ehemmiyetin gerekliliği benim bizzat sorumlu bir köşe yazarı olmamdır. Bu duruşumla ilgili yaklaşımımı daha önce bu köşeden siz kıymetli okurlarımla paylaşmıştım; okuyanlar hatırlayacaktır.
İşte case, işte stady!
UBP’nin elde edemediği iyi sonuçların ardından genel başkan bir kurultay tarihi duyurmuş, görevi bırakacağını deklere etmiş, uzun süre ortada görünmemiştir. Ardından bazı toplantılar yapılmış, ilçe başkanları ile ilgili tasarruflarda bulunulmuş, bir vekil ile bir genel sekreter yardımcısı genel merkez önünde eylem yaparak “İrsen koltuğu bırak git, ya da koltuğu da alıp git” sloganları atarak eylem tertiplemişlerdir.
Eylem öncesinde bazı UBP vekilleri Cumhurbaşkanlığı konutuna ziyaret tertip ederek dikkatleri çekmişler, muhtelif söylentilerin yayılmasını kışkırtmışlardır.
DP’nin Ulusal Güçler kanadının lideri ile UBP yetkilileri arasında yapılan görüşmede ne görüşüldüğü açıklanmamış, sorulmamış, öğrenilmemiş bir gizem olarak kalakalmıştır.
Bilahare, dün milletvekilleri kendi aralarında bir oylama yaparak daha önceleri Demokrat Parti de dahil olmak üzere milletvekilliği yapan, sildiriciliği ile nam salan Hüseyin Özgürgün’ün kurultayda tek aday olması hususunda mutabakat sağlamışlar, kararın Parti Meclisi’nde de onaylanacağı ifade buyurulmuştur. Bu gelişmeleri müteakiben İrsen Küçük istifasını “sözlü sunduğunu” sözlü olarak açıklamış, kurultay tarihinin tek aday mutabakatını takip eden süreçte ilan edeceğini de beyan etmişlerdir.
Bir elinde ayna, bir elinde fırça…
Atalarımızın ürettiği, kıymetli feminaların nefret ettiği, lakin güzel Türkçemizde müstesna bir yeri olan ifade uyarınca “bir elinde ayna, bir elinde fırça umurunda mı dünya” duruşu kadına has bir vaziyet izahı olmanın ötesinde derinliğe haiz bir felsefedir. Feminalar bu felsefik akımın mottosunu kendi üzerlerine alarak, hem kendilerini olduğundan daha önemli bir statüye konumlandırmakta hem de erkek egemen siyaseti meşrulaştırmaktadırlar ki bunu kendilerine hiç yakıştıramamaktayım, yeri gelmişken bunu da belirteyim!
Görünen odur ki bir elinde ayna, bir elinde fırça olanlar Kıbrıslıtürk sağının saçını boyayıp vizyon ve inovasyon yapmaktadırlar.
Hey hat! Vizyon ve misyon Koleston Wella’nın marka kültürünün iki temel değeri olabilir, karıştırmamak lazım!
Bana ayrılan alanı doldurdum. Belli ki ilk erken seçimde, sandıklar epey bir vizyon ve misyon dolacak, sandıklarda kalan bakılmayan aynalar ve yıpranan fırçalar eşantiyon olarak dağıtılacak.
Güzel olacak vesselam…