Bir mühür-karma gündemi var ki, iş insanlarından siyasal partilere, sendikalardan sivil toplum örgütlerine, seçmenlerden adaylara Twitter kavramlarıyla “TT” olmuş vaziyette. Meselenin en can alıcı noktasına değinmeliydim: Arkeolojinin mühür tartışma ile ilişkisi var mıydı?

Seçimlere hızla yaklaşırken, bu durumun ivedilikle netleşmesi gerekiyordu. PARTY TIME’da 3 VIP davetliyle mühür arkeolojisini konuştuk. Radyo Havadis şimdilik bu ağır ve derinlikli konulara ses çıkarmıyor. Yayınımız 107.8’de her gün devam edebiliyor. Bu imkanı iyi değerlendirip can alıcı konuları incelemeye devam ediyoruz.

Arkeolog Dr. Bülent Kızılduman’a Kıbrıs arkeolojisinde mühür hakkında can alıcı sorular sordum. Mesela Kıbrıs’ta ilk mühür, ne zaman kullanılmıştı? Kıbrıs’ta mühür kimler tarafından kullanılıyordu? Mühür ne demekti? Dr. Kızılduman öğrencilik yıllarından Ankara’dan tanıdığım, şimdilerde DAÜ Arkeolojik Araştırmalar Enstitüsü’nde.

Çok eski bir şey
Dr. Bülent Kızılduman, Kıbrıs’ta ilk mührün Erken Tunç Dönemi’nde kullanıldığı bulgusuna sahip olduklarını söyledi. Oldukça eski, oldukça uzak bir zamana denk geliyor Kıbrıs’ta mühür. Kaleburnu’ndaki Kral Tepesi bölgesindeki kazılarda Kıbrıs’ın en eski mühürlerinin bulunduğunu belirten Kızılduman, şöyle devam etti:

“Sıradan insanlar mühür kullanmaz. Arkeolojik devirlerde mühür siyasi otoriteyi, siyasal sosyal yapılanma içindeki avantajlı durumda olanları, iktidarlarını duyurma, kabul ettirme isteklerini anlatır. Mühürler, derin bilgi ve sırlar içeren ezoterik işaretlerle süslenir.”

Kıbrıs krallarının kullandığı mühürlerin şahlanmış aslanlar, güçlü kanatlı yaratıklarla bezeli olduğunu belirten Dr. Kızılduman, sembol ve armalar gibi mührün de arkeolojik dönemde gizil güçler içerdiğine inanıldığına işaret etti.

Tüccarların mührü
Arkeolog Tuncer Bağışkan, “mühür ordinary insanların kullandığı bir şey değil” diyerek, Kıbrıs’ta ilk mührün Fenikeli tüccarların adaya gelip ticarete başlaması ile kullanıldığını izah etti.

Mührün, mülkiyet ve otoritenin yüceltilmesi için kullanıldığını belirten Bağışkan, “Kazılarda sizin bizim gibi sıradan insanların mezarlarında hiç mühür bulunmazken, dönemin iktidar sahiplerinin mezarlarında çok sayıda mühür bulunması, mührün otorite ile ilişkisini anlamamıza yardımcı oluyor” dedi.

Tuncer abi, eski devirlerde silindirik mühürlerin çok yaygın olduğunu söyler söylemez yayına Mehmet Piro’yu aldık.

Mehmet Piro, kayıtlı kuyutlu, izinli mizinli antik eserlerin imitasyonlarını yapıyor. Birçok biblo, heykelcik, kap kacak yanında silindirik mühürler de üretiyor. Antik çağların en iyi örneklerinin imitasyonlarını üreten Piro’nun boynunda da bir silindirik mühür var, kolye ucu olarak takılı.

Dikmen’de atölye ve satış yerinden sonra, Girne Kalesi içinde de bir yer açtılar. Turistlerin ciddi ilgisini topluyor ürünler. Mühürler üzerine motiflerin işlemesi, kuruması, pişirilmesi ve boyanması için ortalama 4 gün harcanıyor. Mühürler üzerindeki en yaygın motifler aslanlar ve kuşlar ile insan başlı hayvanlar olduğunu söyledi Mehmet Piro.

Tanesini 10 – 15 TL’ye satıyorlar mühürlerin.

Kanser olmaya devam ederken biz…
Programın öncesinde ilk aklıma gelen arkeologlarımızdan Mustafa Kayan abimi aramak için damadına telefonunu sordum. Suratı değişti birden “konuşabileceğini sanmıyorum” dedi. Merak edip üsteledim: Bugün kanser tedavisine başlıyorlar, dedi.

Mustafa abi, eli alkole uzanmayan, dudağına sigara değmeyen, meyve saatini senelerdir pas geçmeyen, hayata hep gülerek bakan, ileri yaşına rağmen ağaç dikmekten vazgeçmeyen, kebabın kuyruk yağını hep tabağın kenarına itekleyen, bana da ceviz ağacını nasıl budayıp hangi dönemlerde gübreleyeceğimi teferruatıyla izah eden abim… Yanılmıyorsam Evdim göçmeni ve bağcılık konusunda olduğu kadar Evdim sevgisi de çok yerinde olan, hatta Evdim’i kitaplaştıran Mustafa abimin tedavisi programın başladığı saatlerde başladı.

Mustafa abim gibi, hayatı seven ve sevdikleri tarafından sevilen gibi insanlar için kanser tuş edilmeyecek bir hastalık değil. Acil şifalar diliyorum.

Ailemde kanser tedavisi devam eden iki yeğenim var, bir de kanserden kaybettiğimiz. Hangi ailede yok ki?

Ertuğrul Hasipoğlu Sağlık Bakanı olduğu günlerde “kanser meselesinin çok konuşulmaması gerektiğini, toplumun moralinin bozulduğunu söylemişti ya, Allah affetsin ağzıma geleni demiştim. İyi ki o günlerde buralarda değildim yoksa ya gazete toplatılırdı, ya da davaya maruz kalırdım: Aşırı kibar ve nezaket kuralları çerçevesinde iltifattan yargılanırdım kesin!

“Kanseri konuşursak moralimiz bozulur” diyen ancak konuşmaya değer oranlara düşmesi için bir şey yapmayan bir sağlık bakanı! Neye bakıyordu ki selefleri gibi? Peki ya halefleri ne yapacak dersiniz?

Kansere bir kader ve doğal afet gibi yaklaşıp alıştıkça, önlem almadıkça kanser şampiyonu olmaya devam edeceğiz.

CTP Lefkoşa adayı Özdil Nami tek aday davetlisiydi programın. O telefonda canlı yayını beklerken CTP’nin birkaç seçim önce “Köpekbalıkları Zizirolar” diye Vaya Con Dios’un Ney Na Na Na’sının Yeşil Fırtına versiyonunu yayınladık. Hamdullah çok sevdiğinden iki kez kullandık şimdiye dek.

Sözlerde “CTP olmazsa çözüm olmaz, barış olmaz, eşitlik olmaz” satırları var. Nami’ye sordum: “CTP epey bir süre iktidar olmasına karşın bunlar neden olmadı” diye. Cevap netti: Karşı taraf yüzünden.

Nami’ye eğer seçilirse kansere karşı ne yapmayı planladığını sordum. AB uyum yasaları açısından yaklaştı konuya ve uyum yasalarına öncelik verilmesi durumunda kanser de dahil olmak üzere birçok sorunun üstesinden gelebileceğimizi söyledi.
Cumhuriyet Meclisi’nin son 2 yılda AB uyum yasalarından tek birini çıkarabildiğini hatırladım: Hayvan Refah Yasası! Hayvanlar da elbet önemli de, ben yeni dönemde meclise gidecek vekillerin “önceliğin farklı” olmasını istiyorum. Bilmem anlatabildim mi?

Ana ocağı kerpiç ev
Emekli gazeteci Perihan Aziz, geldi PARTY TIME’a. Bağlıköy doğumlu Perihan Aziz, emekli olur olmaz Lefkoşa’dan aile ocağı kerpiç eve geri döndü. Şimdilerde Bağlıköy’ün neşeli, kalabalık, bademli, bağlı günlerine dönmesi için “küçük küçük” adımlar atıyor.
1963 olaylarında Bağlıköy’ün bağları gidilemez, bakılamaz, ulaşılamaz oldu kurudu gitti.

1974 harekatı ile Bağlıköy’ün bademleri ara bölgede kaldı, gidilemez, bakılamaz, ulaşılamaz oldu kurudu gitti.
1974 sonrası nüfuz, iskân, ekonomi politikalarıyla Bağlıköy’ün gençleri kalamadı, barınamadı, bir düzen kuramadı şehirlere göçtü.

Çok şey mi istiyorum: Bu topraklarda insan gibi yaşayabileceğimiz bir düzen…

Hepsi bu kadarcık.