İstanbul-Ercan arasındaki ani ve seri babalık kontenjanı uçuşunun ardından, İstinye’de Körfez Otel’de kızımın tatlı yüzünü izleyip uydum hazır olan imama ve yataktan zıpladım. Çok erkendi. Yarım şişe litrelik Sırmakeş bana, ben Sırmakeş’e baktım.

Geç vakit kahvaltı edip “Hop Hop Değiş Tonton” diyerek Türk Milli Yıldız Yüzme Takımı sporcusunu Türkiye Yüzme Yaz Şampiyonası için Yakın Doğu Takımı sporcusu yapıp, Akdeniz Oyunları’nda kulaç atamayan sporcunun babası olarak havalimanına uzandım.

Uçup zar zor Party Time’a tam ortasında yetiştim. Yol boyu kendi sesimi dinleyerek Lefkoşa’ya avdet ettim. Boğuk ve kalın bir ses, pek bir sevimsiz buldum yine. Olsun, idare edecektim artık…

Hızır Deniz Düzgün ve Hamdullah ile yaptığımız istişareler sonuçsuz kalmış, programı sadece kendilerine mühür isteyen partilerin talepleriyle uyumlu bir şekilde tek seçenekli, alternatifsiz, konuksuz yapmak durumunda kalmıştım.

AĞZININ PAYINI VERDİM!
Resmi propagandanın ilk günü olduğundan kampanyaların ilk reklamları yayınlanmıştı gazetelerde. Heyecanla baktım. Hepsi birbirinden güzeldi.

DP-UG, UBP, CTP-BG ve TDP seçim kampanyalarının ilk ipuçlarını veren reklamlarla ilgili ukalalık etmeye karar verdim. Aklımdan geçeni Hüseyin Ekmekçi okumuş ki, Nazan Öncel’den Ukala Dümbeleği adlı parça ile başlamamı müteakiben şu Tweeti sanal aleme düştü:

“Party Time’da siyasi parti reklamlarını ‘ti’ye alan @alibizden “Ukala dümbeleği, çok biliyorsun her şeyi” şarkısını çalıyor… İroni mi?”

Bak sen…

Ekmekçi bilememişti. Ortada bir ironi falan yoktu. Düz direkt ukalalık vardı. Verdim ağzının payını:

“Hayır kendi canım için kendime çaldım Ukala Dümbeleği’ni”.

AMBİYANS ENFES…
En çok TDP’nin reklamına takıldım. Mehmet Çakıcı’nın yüz ifadesi, gökyüzü, arkadaki ordu, yolunu kesen petunyalar…

Enfes bir ambiyans vardı reklamda.

Savaş ha çıktı ha çıkıyordu. Gökyüzü öfkeliydi. Ordu yorgun lakin inançlıydı. Komutan arayı açmış, liderlik ediyor, cesur adımlarla ilerliyordu.

Ordunun takım komutanları belli belirsiz seçilebiliyordu. Komutanın araya koyduğu mesafe itibarı ile seçilememe riskini sezmişler, ayak uçlarına basarak, yukarıya doğru esneyerek azıcık da olsa belirginleşmeye çalışıyorlardı: Bu savaşta onlar da vardı!

Ordunun geriye kalanı kel tepelerden tırmanıp, verimsiz, çorak arazinin zorlu koşullarıyla mücadele ederek ilerliyordu. Onlar birer nefer idi! Bu savaşta kim oldukları, kişilikleri, karakterleri önemli değildi: Ölümüne girdikleri bu savaşta komutanın karizmasının gölgesi onlara yetiyordu. Kendilerini komutana adamışlar, yoluna baş koymuşlardı.

Ordu için muazzam bir tablo vardı!

İnanç, adanmışlık, itaat hatta biat her şeyin önündeydi. Ordunun ilk hedefi komutanın iki dudağının arasındaydı.

KOMUTAN SEVECENDİ
TDP reklamındaki ordu komutanı edasındaki Mehmet Çakıcı, iri cüssesi, güven veren elleriyle kavradığı iki çocuk ile kararlı adımlarla ilerliyordu.

Doğa sevgisi müthişti. Düşman kuvvetler Çakıcı’nın ve ordusunun ilerleyeceği zorlu patikanın bir yanına mor, kırmızı ve beyaz petunyalar ekmişti. Hatta, savunma hattını kurduğu sınıra da Çakıcı’nın tam önüne de petunya dikmişti.

Demek ki çevre duyarlılığı istihbaratı almışlardı: Çakıcı çiçekleri ezip geçmezdi!

Çakıcı’nın yüz ifadesi bir dış sese bakıyor. Arazideki gelişmeleri gözlemliyor, yanlış bir adım atmamak için dikkat kesilmişti.

“ZAMANI GELDİ” rastgele seçilmiş bir slogan değildi. Çiçeklerin ezilip düşman hatlarına girilmesine tek bir adım kalmıştı!

Çakıcı son adımı atmadan dış sesin gözlerine şefkatle bakıyor, bakışları ve merhamet dolu tebessümü ile adeta “Bu sefer tamam değil mi?” diye soruyordu.

KİM KANDIRMIŞ?
Tek başına savaşa giden komutan edasında ilerleyen Çakıcı kendini çok ön plana atmış, 300 Spartalı filmindeki gibi adanmış bir orduya sahip olmanın egosu ile olduğundan az daha da kocaman görünüyordu.

Elinden tuttuğu çocukların kendi kızı ve oğlu olduğunu Ekmekçi söyledi, onun yalancısıyım geleceğe taşıyordu. Ordu çoook gerilerdeydi. İlk bakışta Genel Sekreter Cemal Özyiğit, Lefkoşa İlçe Başkanı Memduh Çeto ve Mehmet Çakıcı’nın milletvekili adayı kız kardeşi seçilebiliyordu. Geriye kalan 46 aday verimsiz arazide lidere yetişmeye çalışıyordu. Yüz ifadeleri, kişilikleri, kim oldukları gibi teferruatların hiçbir önemi yoktu.

Oysa ki bu seçimde 50 adayı var TDP’nin.

Mehmet Çakıcı’ya 28 Temmuz’da Cumhurbaşkanı seçeceğimizi kim söylediyse, itiraf etsin!

Yok öyle bir şey Mehmet Çakıcı!

Benden söylemesi:

Sadece milletvekilliği seçimi bu; ulu karizmanız altında ezilen tüm adaylara bir şans verin, seçmen encamlarını bir kerecik görebilsin bence…

En azından 49 küçük, bir büyük fotoğraf da düşünülebilir.

Çünkü cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir süre daha var, aceleye mahal yok ki…