Yeme içme yazıları yazma heveskârlığım, daha ilk günden duvara tosladı: Yemek yazacağım niyetiyle güllü etekli, kaplan bluzlu sarışın ablayı yazdım yanlışlıkla! Konuya yeni başladığımdan mazur görmenizi rica ederim.

Acemice de olsa, yazının etkisi çok büyük oldu. Bahse konu restoranın yakınındaki bayide daha öğlen olmadan Havadis tükenmişti. Bence mekân sahipleri bir operasyon düzenlemiş olabilir… Gerçi sosyal medyadan hatırlı dostlar mekânın adını sual ettiler sağ olsunlar, söylemedim!

Yeme içme mekânları yazma hevesim tam kursağımda kalıyordu ki, yeni bir fırsat çıktı karşıma.

Orta Mesarya’daki küçüklerimizi bayramlamak üzere ailece çıktığımız seyahatte, yanlışlıkla bir balık pişiricisine denk geldik.

Çakma KFC’de, çakmak tavuktan kuntaki yiyip yememe kararsızlığı, çocukların çığlıklarına yenik düşünce, arkadan dolanıp kocaman marketin köşesine ulaşma durumunda kaldık. Tam anayola çıkışta hoopppp “Benim Balıkçım” tabelası alnımızın ortasında belirdi. Büyük boy bir kartonda “balık kızartılır” yazıyordu.

Barınaktaki Çörçil
Tali yoldan karşıya geçene kadar zaman kapsülü ile İzmir’in Karşıyaka’sına, hatta Bostanlı Balıkçı Barınağı’na kadar gittim iki dakikada.

Uzun seneler evveldi. Talebe idik. İzmir’de idik. Karşıyaka ve Alsancak’taki birinci kordonlarda ultra lüks balık restoranları vardı. Bembeyaz örtülerle donanmış masalarda onlarca çatal, bıçak yığınının profesyonel dizilişine gıptayla bakar, düz yürür geçerdik öğrenci halimizle.

Diplomaları alınca körfezin dalgaları neredeyse camekânlarına vuran o lüks mekânların birinde patlayana kadar balık yeme sözü verir dururduk birbirimize. Dikkatinizi çekerim, patlayana kadar! Lakin diplomaları alınca da kostüm sıkıntısının gazabına uğradık, bir türlü olmadı.

Bornova’dan 63 numaralı otobüsle tek bilete geldiğimiz Konak İskelesi’nden vapura atlar, tek jetona Karşıyaka İskelesi’ne inerdik. Karşıyaka’da ara caddelere sapmadan düz direkt kordondan Bostanlı Balıkçı Barınağı’na yürürdük.

Karşıyaka’yı bilirsiniz, 35 ½’dir. Ayrı bir havası, ayrı bir kimliği, ayrı bir tarzı vardır… Bizim gibi taşralıların pek rahat edemeyeceği bir havası vardır oraların. Bostanlı girişindeki balıkçı barınağı, ufak teknelerin dizildiği, iskelenin bitişiğinde derme çatma lokantaların, çay bahçelerinin olduğu Karşıyaka dışı ayrı bir dünyaydı.

Ağ tamir eden, tekne bakımı yapan, sepetlere ağ döken balıkçıların çay kahve içtiği, karın doyurduğu, işsiz güçsüz genç takımının zibidilik yaptığı derme çatma çay evleri, lokantalar dizi diziydi.

Biz en çok Çörçil’e takılırdık. Adı kallaviydi de kendi biz gibiydi mekânın.

Çay içer, tost yer, bulunca kızarmış balık yer günü geçirirdik oralarda. Balık dedimse, o teğet geçmek durumunda kaldığımız lüks restoranların almadığı ufak tefek balıcıklar…

Ufacık, kızarmış, lezzetli… Yerdik ara ara. Denizin kokusu denizden gelir zannettik önceleri; neden sonra anladık ki bu balıcıklardan gelirdi o o mis gibi deniz kokusu. Ucuz, küçük, lezzetli ve tazecik.

Balıkçıdaki Secure
“Balık kızartılır” yazan kartonun büyüsüne kapılıp otomobili önüne çektik Benim Balıkçı’nın. İçeriye girdiğimde kafam tavandan sarkan dekoratif ağlara karıştı, zor çıktım içlerinden. Tezgâhın arkasındaki adamı tanıyordum!

Gazetecilik –paşalık tabiriyle muhabirlik- yaptığım devirlerde birlikte çalışmışlığımız olan bir arkadaştı. Cüssesinden olacak, lakabı da “secure” idi. Seneler evvel bilgisayarda sayfa tasarımı yapıyordu. Ardından bir matbaada çalışmaya başladığını bizim matbaayı ziyaretinde öğrenmiştim, sonra izini kaybetmiştim Hüseyin Pekün’ün.

Selamlaştık, “ne iş” diye sordum. Önceleri taze balık satmaya başlamış. Bir gün iki müşteri girmiş içeriye. Biri seçmiş temizletip almış, diğeri hanımından yakınmış. “Mutfak kokar diye eve balık sokmaz bizim hanım” diye yakınan müşterisine “e gavırayım istersen öyle götür istersen” demiş Hüseyin. Eşiyle yemek ısıttıkları arkadaki küçük mutfakta kızartmışlar balıkları, eve çiğ balık sokmayan eş sayesinde ilk balığı pişirmişler. Sonra duyan gelmiş…

Bir süre sonra havalı ve pahalı bir araba durmuş kapıda. Uzun boylu, takım elbiseli, biraz da korkutucu kellikte bir bey inmiş. Balıklara bakıp “şu mercanı pişirsene koçum” demiş Hüseyin’e. Başıma bir iş gelir endişesine kapılan Secure mercanı temizleyip tavada kızartmış, paketleyip naylon çantaya güzelce yerleştirip abiye uzatmış. Vay sen misin naylon çantaya balık koyan! “Limuzinde mi yiyeceğim koçum bunu” diye çıkışmış abi. Hemen yakındaki arkadaşlarını arayıp rica minnet evden bir masa iki sandalye getirtmiş Secure. Abi mercanı bayıla bayıla yemiş…

O gün bu gündür hem taze balık satıyor, hem de balık pişiriciliği yapıyor Secure.

Voppaları gözümüze kestirdik. “20 tane kızartsan bize yeter” dedim Hüseyin’e. Salaş dekorda, promosyon sandalyelerde oturup bekledik. Yarım ekmek, bir kap salata, dilim dilim ekşi ve iki tabak kızarmış voppa geldi. Öyle cacıkmış, humusmuş, ezmeymiş, pancar turşusuymuş falan yok… Düz direkt balık, salata, ekmek.

Bence Secure yanlışlıkla iyi bir konsept yakaladı: Balık pişiricisi!

Artist garsonlar, sinik komiler, gösterişli gotik avizeler yok. Bildiğiniz balık var.

Çörçil’in İzmir Karşıyaka Bostanlı Balıkçı Barınağı’nda yaptığının tıpkısının aynısı. Eve getirip kızartmak için temizlettiğiniz balığa, kişi başı 5 TL daha ödüyorsunuz, çıtır çıtır balığı o anda yiyorsunuz.

Benim kızlar mı? Onların ikisi de çakma KFC’de, çakmak tavuktan kuntaki yedi!

Nerede mi yeri? Sorun Facebook’a veya Foursquare’a ‘Benim Balıkçım’ diye, onu da mı ben söyleyeceğim kardeşim?