Kıymetli boş vakitlerimde oturup boş boş düşünecek konu ararken, aklıma birden ilginç bir mesele geldi. Geliş istikameti itibarıyla pek hayırlı olmamakla birlikte, Allah misafiridir deyip, geri çevirmeyerek, üfürükten bir mesele için günahlarıma bir yenisini daha eklememeye karar verdim.

Cemaatleri, toplumları tarif ederken hep ortak değerlerden dem vurulur. İnsanları birleştiren nedir diye sorularak sosyolojik bir masa başı araştırma yapılır. Zaman zaman sokağa çıkıldığı da olur ama o, sosyolojinin arkaik çeşididir ekseriyetle.

Bazı ortak semboller, ortak değerler, ortak inançlar, ortak davranışlar, ortak tarzlar varsa, bingo: Toplum bulundu! Ana hatlarıyla böyle bir çalışmadır yürütülen itinayla.

Aksi istikametten aklıma gelen soru, “Kıbrıslıtürk Toplumu” ile alakalı idi: Ortak değerler nelerdi?

Hızlıca düşündüm. En sağlam ortak paydamızın ne olduğu üzerine konsantre oldum. Konsantre olurken bir bardağa iki parmak konsantre bergamut suyu doldurup üstüne soğuk su ekledim. Müthiş bir koku yayıldı mutfağa. Böylelikle yazılarımı mutfakta yazan bir yazar olduğumu açıklamış oldum ki sürekli okuyucularım yeme içme yazılarının çıkış yerini de idrak etmiş oldular bu fırsatla!

Çocukluk travmaları
Bergamut limonatamı yudumlarken, gözlerim pencereden dışarıya kaydı ve komşumun aylardır süren şelale çalışmasının çirkin arka yüzü suratıma bir tokat gibi çarptı. Moralim ziyadesiyle bozuldu.

Adam yapmış yahu! Fiberden, kendi elleriyle hem de. Yıllarca suni bir havuz projesi üzerinde çalışıp, olimpik bir yüzme havuzu yapabileceği kadar miktar parayı ziyan ettikten sonra, şelale yapmak üzere yatırımı imha edişini zevkle izlemiştim daha yazın ortalarında. Zaman ne kadar hızlı geçiyor…

Kendisine de ifade buyurdum: Kesin çocukluğunda bir boğulma tehlikesi atlatmış ki suyu kontrol etmek için saçma sapan girişimlerde bulunuyor. Suyun sınırlarını çizmek için havuz yaptı kesmedi, şimdi de akışkan suyu kontrol etme hazzını tatmin için şelale inşa ediyor. Bu beyhude çabaların çocukluğunda derin psikolojik travmalar yaşaması dışında bir açıklaması elbette olamaz.

Konuyu dağıtmayalım. Esas meseleye dönelim.

Yokluk ortaklığı
Kıbrıslıtürk Toplumunun en geniş paydaya sahip kavramsal ortaklık noktası yokluk üzerine kuruludur.

İzole izole, ambargolu ambargolu yaşamaktan gına geldi. Hepimiz çok bıktık. Çatışma günlerinden bu yana ruhumuzu, aklımızı saran getto üzeri az enklav psikolojisi büyüdü, gelişti önce ambargo oldu sonra izolasyon. Ambargo köylü, izolasyon ise Avrupaî…

Bu izolasyon yalıtım demek esasen. Su yalıtımı, ısı yalıtımı, hava yalıtımı… Kıbrıslıtürkler arasındaki anlamı ise, “Dünya dışılık”. Isı geçmesin, su geçmesin, hava geçmesin gibi bir şey dünya geçmesin demek.

Dünya bir yana, Kıbrıslıtürkler bir yana!

Dünya dışı varlıklar olarak Kıbrıslıtürkler!

Bir Dünya var bir de Kıbrıs’ın kuzey yarısı!

Malı geçmez, topu geçmez, pasaportu geçmez, patatesi geçmez, havucu geçmez, sözü geçmez falan…

Dünya düşman, Kıbrıslıtürkler dost!

Biraz baktım, molehiya Ortadoğu kökenli.

“Hesap işi” olarak da bilinen Lapta işi, İtalya kökenli.

Verona, Lefkoşa kökenli.

Dil Ural Altay kökenli.

İnançları ekseriyetle Anadolu kökenli.

Yaşam tarzı Akdeniz kökenli.

İthalatı Avrupa ve Türkiye kökenli.

Halk dansları Kıbrıslırum ve Türk kökenli.

Kelime dağarcığı İtalyanca, Türkçe, Rumca kökenli.

Genetik haritası Kıbrıs kökenli.

Siyaset anlayışı geri kalmış ülke kökenli.

Demokrasi anlayışı totaliter kökenli.

Bireysel özgürlük anlayışı, Amerikan kurucu ataları kökenli.

Karışık bir durum var ve Kıbrıslıtürklerin Dünyalı olma ihtimali çok yüksek.

İzolasyon izolasyon, ambargo ambargo diye tahayyül yetisi iğdiş edilen Kıbrıslıtürkler, ortak Kıbrıs diye diye heder oldu.

Heder olurken iğdiş de edilen tahayyül gücüyle, kendini dünya dışı bir varlık sanmaya başlayıp, kuyruğunda değişik bir şekil gördüğü ilk uçaktan inenlere MERHABA DÜNYALI diyerek trompet çalacak kadar kendini yitirdi.

Neyse, konu netameli. Birileri sonuna kadar okuyabilir, hatta durumdan vazife çıkarabilir. Daha fazla uzatmayacağım.

Zaten her gün Kıbrıs’ı kurtaran onlarca köşe yazısı okuyorsunuz. Sorunlar çözülüyor falan… Akıllar alınıyor, akıllar satılıyor. Egolar ve egocanlar canım hikayeler anlatıyorlar… Dünya kendi eksenlerinde dönen egocanlar, genelde “durup düşündüm”, “enfes manzaraya baktım”, “iç çekerek yerimden kalktım”, “batan güneşin kızıllığı şarabımı daha bir kırmızı yaparken şöyle bir an irkildim”, falan yazarlar bizlere güzel güzel. Bir de bana maruz kalmanın alemi yok.

Anacığım enfes bir fırın makarnası yaptı. Bankonun üzerindeki yarım sini bana bakıyor ve illa ki ben de ona bakacağım. Böyle bir güzelliğe bakmakla yetinemeyeceğime göre dalacağım!

Dünyanın güzelliklerine gözlerine, değerlerine, standartlarına, ortak değerlerine gözlerini “izolasyon var be annem, annan?” diye kapatanlar var ya… Onlar fırın makarnası da yemesin, molehiya da…

Bahçe bostan, yan gel yat Osman modunda devam etsinler. Kıbrıslıtürklere ambargo satsınlar, ustaları ölünce izolasyon satsınlar:

Yağ satarım, bal satarım, ustam öldü ben satarım…