Sevgili Başak, canım kızım,

Sana 26 Haziran’da ‘Canım kızım’ diye başlayan bir mektup yazmıştım:

“Canım kızım,

Bu mektubu sana yazıyorum ama sen çok sonraları okuyacaksın. “Bana yazdığın ilk mektubu niye internette elaleme okuttun” diye sakın kızma!

3 yaşını doldurmana az kaldı. Soranlara yine de 3 diyeceğim, nazar falan değmesin diye…

Babacığım,

Benim babam muhalif diye, çekmediği kalmadıydı.


Doğru bildiğini dosdoğru söyler diye, devlete işi düştüğünde devleti babasının malı zanneden siyasetçiler, devlet olanaklarından yararlanmayı yurttaşlık hakkı olarak değil de dağıtılacak ulufe zannettikleri için, babama çok çektirdiydiler.

Babama babasının yaptığını kızı da bana yapmaya teşebbüs etti. İşimden istifa etmek durumunda kaldım. Ama sen daha yoktun. Annenle ben bir başımıza kalakalmıştık, işsiz güçsüz… Sonra adam olan adamların yanında ve kendi işimizde çalışmaya başladık. Adam olan adam, maalesef açık bir övgü babacığım: Adamlık gibi sıradan bir insani durum bile övgüye mazhar bir meziyet çünkü bugün ülkende…

Bu ülkenin işini doğru dürüst yapan inasanların, doğru dürüst yaşayabilecekleri bir ülke olması için hepimize sorumluluk düşüyor.

Ben kendimden geçtim –daha değil!- ama, babama babasının, babana kızının yaptığını, sana da torunlarının yapmaya teşebbüs etmesine tahammül edebilir miyim? Kalbim buna dayanabilir mi?

“Düzen değişmesin, bir ucundan da sen ye; ama az ama çok” mantığına taş koymak mümkün müdür? “Demokrasi sadece bazı günlerde, bazı durumlarda lazım” mantığına taş koymak mümkün müdür? 

Babacığım,

Ben bunu tek başıma başaramam. Hiçbirimizin böyle bir gücü yok.

Çok üzgünüm ama, aynı gaileyi paylaşanların birlikte hareket edemediği bugünün kuzey Kıbrıs’ında, mümkün olan en geniş birlikteliğin oluşturulması için çalışılıyor.

Eli kulağında, birkaç güne kalmaz tamamlanıp açıklanacak.

Babacığım,

Senden şimdiden özür diliyorum: Aralık ayına kadar sana ayırdığım kıt zamanın bir bölümünü senin geleceğin için ayıracağım. Bugününe daha az zaman ayıracağım, yarınına kocaman zamanlar kalsın diye…

Biliyorum. Bana çok kızacaksın, “Babamı isterim” diye bağıracak, “Baba, gene işe gidiyon?” diye soracaksın. Akşam olup kaş kararınca, “herkesin babası geldi, Ali Bizden nerede?” diye soracaksın annene.

Canım kızım,

Sana “kelebeğim” demeye devam edeceğim sen uyurken geç saatlerde… Seni sonuna kadar şımartmaya devam edeceğim… Babandan “hayır” kelimesini duymayacaksın, çocuk gelişimi ve benzeri disiplinlere uymasa da bu tavrım.


İşini doğru dürüst yapıyor, karakter ve kişiliğinden taviz vermiyor, söyleyeceğini dosdoğru söylüyorsun diye torunlar başına musallat olmasın diye Aralık ayının sonuna kadar, çok çalışacağım.

Babacığım,

Başaramazsak, senin de başarana kadar inadına dosdoğru yaşamak gibi bir sorumluluğun olacak.

İnsan babasını seçemiyor ki!…”

Şimdi seçime birkaç gün kaldı. Merak etme. Dosdoğru yaşama inadını, başkalarına değil kendine rağmen kullanacaksın: Özgürleşmek için kendinle mücadele edeceksin, statüko artık bitti babam.

Gözün aydın: Hayatın senin!