Yıl dönümleri, mevsim dönümleri, ay dönümleri, gün dönümleri önemlidir. Birkaç gündür yazı bitirip sonbahara girdik. Mevsim dönümünün insan davranışları üzerindeki etkilerini gözlemliyorum. Çok hoşuma giden bulgular var:

Hem gündüzler, hem akşamlar daha bir serin. Hem kapalı, hem açık alanlardaki insan hareketleri yaza kıyasla daha sakin, daha yavaş, daha dingin.Bu dinginliğin bir bedeli oluyor haliyle.

Yaz koşuşturmasında hafta içi her gün muhteşem ekibimle Radyo Havadis’te yaptığımızkült program PARTY TIME, bu sezon haftada bire düştü. Haftada en az 6 gün yazdığım 700 kelimelik Havadis yazılarım, Çarşamba, Cuma, Pazar olmak üzere haftada üçe düştü.

Haftada bir yapılıp anketlerde en çok dinlenen radyo programı olursak, memlekette ikinci kez olacak bu!Zaten ekibimle felsefemiz çok dinlenmek değil, iyi dinlenmek… Böyle de mütevazıyız bildiğiniz gibi. PARTY TIME, “hafta içi her Cuma” 15:00 ile 17:00 saatleri arasında canlı canlı başladı zaten, biliyorsunuzdur kesin.

Tamam, yaptım ama bir sorun “niye” diye. İzah edeceğim.

Fakülte ha açıldı ha açılacak, geleneksellere ilave bu sömestr yeni bir ders, yeni öğrenciler, yeni projelerin eli kulağında.

15’inci yıla girerken Söylem yeni tesislerinin, yeni projelerinin, yeni yatırımlarının, yeni teknolojilere kalkışmanın, yeni bir organizasyon kurmanın heyecanlarında…Yaz sezonunda uykuya yatan matbaa işleri mevsim dönümüyle alımını almaya başladı.

Küçük kız ilkokul 3, büyük yeni sisteme göre tam emin olamadığım yeni bir sınıfa geçme uyuşukluğunda.

Havuz antrenmanları, günde birkaç seferi aşan ebeveyn olmanın şanından mütevellit muhtelif koordinatlar arası çocuk getir götürleri, güneşten önce uyanma durumcukları kapının eşiğinde.

Keman kursu, solfej çalışmaları, kes yapıştırlar, kestane kebapları, mis kokulu çok özel çekirdekten çekilme kahve sefaları, cevizin yaprak dökümünü izleme günleri ha geldi ha gelecek.

Ne güzelmiş meğer şu mevsim dönümü.Sanki bahar gibi; bir yandan doğa uykuya yatmaya hazırlanıyor, diğer yandan beşerin ağır yaz yıkımından kendine gelmeye başlaması… Enteresan bir çapraz paralel yolculuk şu doğayla insanınki.

Ayçiçeği
Tam bu hercümercin tam orta yerinde, penguen adımlı gençlik yıllarından tanıdığım bir arkadaşım “sen ayçiçeği gibisin” dedi. Mesele, memleketle ilgili mühim bir mevzuyla ilgili sorusuna yanıt vermeyi reddetmiş olmama öfkelenmesiydi doğal olarak. Reddimi şahsi bir meseleye dönüştürmüş, kişiselleştirmiş ve kişisel bir saldırıya kalkışmıştı.

Üzerinde epey bir düşünmek durumunda kaldım. Ayçiçeği, ki kendileri memleketin esas yerlisi değildir, gün boyu güneşi takip eder, her dem güneşe döner yüzünü. Gençlik yıllarındaki yürüyüşünün doğal etkisi olmalı ki, espriyi kısa frekansta yapmış, öfkelenip sinirlenmemi, “bana fırsatçı dönek mi diyorsun” diye celallenmemi planlamıştı. Bu kısa frekansa düşmedim, meseleyi geniş açıdan ele aldım.

Eksantrik bir durum söz konusuydu. “Eksantrik” kavramı üzerine, sabah şişkebabımı yerken muhterem abim, emekli kaportacı Said Soysevenile şahsen istişare etmiştim zaten, antrenmanlıydım. Eksantrik düz direkt, sıradan olmayan, farklı, kuralı kendine has olan demekti diye mutabık kalmıştık. O malum arkadaşın şahsıma ayçiçeği derken kastettiğinin ne olduğu kısa frekansa ayarlı olsam öfkeye neden olabilecek bir ağırlık taşırdı da, frekans değişik olunca dediği çok hoşuma gitti.

Her an ışığa, aydınlığa, doğruya, düzgüne, sahiciye dönebilmek, bırakıldığı yerde otlamamak zaten çok beşer bir hal olmak durumunda değil miydi ki?

Neresi eksantrik bunun?

Kısa frekans ayarları değişir mi bilemem 1972 modellerin. Denemek lazım…