Kıbrıs sorunu ne zaman düştüğü toplumsal ve siyasal dipten başını kaldırıp gündemde azacık yer bulsa, beraberinde “hainler, devlet düşmanları, işbirlikçiler” nefret suçu üçlemesi ile “Rum-Yunan ikilisinin Bizans oyunları” repliğiyle birlikte gelir. Bu nefret suçu üçlemesi, tarihsel olarak “Rum-Yunan ikilisinin Bizans oyununlarından” görece olarak daha yeni ve daha moderndir.

Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin (KTFD) 15 Kasım 1983’te feshi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) ilanı, adı devlet kelimesini içermemesine karşın devlete dair konuşmanın yükselişinin miladıdır.

KTFD döneminde kurumları ile müstakil bir devletten bahsetmek, siyasal örgütlenmenin kendi kendini hukuki ve siyasal tarifi ile çelişen, hatta kendini inkâra varan bir haldi ve tüm bunları ifade ederek bir meşruiyet inşa etmek yoksunluklarla malul bir zihniyet dünyasına tekabül ediyordu.

KKTC’nin ilanı ile siyasal örgütlenmenin meşruiyetinin inşa edileceği kavramlar da yenilendi: Artık toprağı, yurttaşı ve kurumları ile sonsuza dek yaşatılacak kendi bayrağı da olan bir devlet vardı. Her ne kadar devletin kurucu müktesebatının ayrılmaz bir parçası olan Bağımsızlık Bildirgesi’nde Kıbrıs sorununun federal bir ortaklık yapısı ile çözümü hedefine KKTC’nin engel olmadığı ifadesi yer alsa da bu, zamanla toplumsal ve siyasal hafızada yarattığı şizoid etki nedeniyle olsa gerek, belleğin gerilerine itildi.

CUMHURİYET KUŞAĞI
Türkiye’deki Kıbrıslıtürk üniversite öğrencileri arasında, özellikle 1990’lı yıllarda, sonsuza dek yaşatılacağı söylenen devletin kırılgan yapısını ifade etmek için kullanılan “Kıbrıs’a sömestr tatiline gitmek için uçağa bindiğimde sorun çözülürse KKTC’ye değil, Birleşik Federal Kıbrıs Kıbrıs Türk Devleti’ne inme ihtimalimiz var” sözlerinin yaygınlığı hafızalardadır. Devletçi söylemin “sonsuza kadar” ölümsüz ebedilik iddiasıyla fiili durumun çelişkisinin yarattığı gerilim, çocukluk çağında yeni bir bayrakla karşılaşarak onunla büyüyen ve ilk gençlik yıllarında o iklimde siyasallaşan kuşağın -Cumhuriyet kuşağı diye tarif edebiliriz- hissiyat aleminde en az ergenlik sivilceleri kadar derin izler bıraktığı muhakkaktır.

Ulusal Birlik Partisi (UBP) ve 1976’ya kadar ilk Genel Başkanı Rauf Denktaş’ın “devleti kuran parti” söylemi, icraatta devletin partisine ve partinin devletine dönüştü. UBP’li olmayana yaşam hakkının lütuf görüldüğü uygulamalar, yıllarca devletin yurttaşla ilişkisinin mihenk taşını oluşturdu. Devlet-yurttaş ilişkisi değil, devlet-partili ilişkisini esas alan kamu yönetimi anlayışı toplumsal hayatın her hücresinin çekirdeğini teşkil etti.

BİR HAYAT TECRÜBESİ OLARAK PARTİZANLIK
KKTC’de partizanlık, yurttaş haklarından yararlanmanın parti aidiyeti ve parti içi hiyerarşi kriterine bağlı olduğu dönemi tarif eden sadece soyut bir kavram değil, ebeveynleri UBP’li olmayan her çocuk ve gencin somut hayat tecrübesini ifade eden bir hayat tecrübesidir:

Okul harçlığınızın ne kadar olduğu, ailenizin ayda kaç kez mangal yakabildiği, abinizin veya ablanızın iş bulup bulamadığı, anne veya babanızın mesleki ilerlemesi ve beraberindeki haklardan yararlanıp yararlanamadığı ve gündelik sıradan hayatın her düzeyinde maruz kalınan suçlayıcı, dışlayıcı ve cezalandırıcı ideolojik aygıt öbeği.

“DEVLETİ BİZ KURDUK SADECE BİZİMDİR”
“Devleti biz kurduk bizimdir” diyenlerin, farklı siyasal parti ve siyasal düşünceleriyle tercihleri olanları, yıllar boyunca suçlayıp, dışlayıp cezalandırması, KKTC’nin en zayıf halkasına dönüştü. İki farklı yönde çalışan bu ideolojik aygıt öbeği, bir yandan ‘devletin sahiplerine’ devletin imkanlarından sınırsız ve sorgusuz yararlanma ayrıcalığı için meşruiyet tahkim ederken, diğer yandan da devlet düşmanları icat etti. Bu kısır döngü, “devlet bizimdir” diyenleri sosyal, ekonomik ve psikolojik olarak beslerken, “devlet düşmanı” olarak etiketlenenlerin de devletle, KKTC ile psikososyal ilişkisini farklı düzeylerde tahrip etti. Bu tahribatın faili, “devlet bizim, bizden olmayanlar da devletin düşmanı” söylemini devlete sahip çıkma saikiyle de olsa araçsallaştıranlar.

DEVLETİN ESAS DÜŞMANI, ‘DEVLET DÜŞMANI’ YARATICILARI
Partilisi olmayanı devletdaşı olmayanla eşleştiren, devleti kendinin sanan, kendinden olmayanı devlet düşmanı, hain, Rumcu, işbirlikçi, iç mihrak, beşinci kol diye nefret söylemine maruz bırakanlar, “devlete sahip çıkmıyorlar” dediği yurttaşların KKTC ile ilişkisini beğenmeyip burun kıvırarak sorgularken, KKTC’ye en büyük ihaneti, yurttaşlık hakkı temelinde bir Anayasal düzenin işlemesi yerine, parti-devlet özdeşliğine dayandırdıkları suçlayıcı, dışlayıcı ve cezalandırıcı tarihleriyle yüzleşmelidirler. Bir an durup kendilerine baktıklarında KKTC’de en hakiki devlet düşmanlarının, kendi partilerinden olmayan tüm yurttaşlardan ‘devlet düşmanları’ yaratanlar, bizzat kendilerini görecekler.

Belki bu sayede en azından tutarsızlık, saçmalık ve mantıksız çelişkilerini “dış mihrakların beşinci kol operasyonuna maruz kaldık” diyerek devlet düşmanı, hainler icat ederek çocukça örtmeye çalışıp daha da absürd hallere düşmek yerine, “yanlış yaptık” diyebilecek olgunluğa bir tık yaklaşırlar, düştükleri hallere gülmeyiz; çünkü açıkçası biz rezil hallerine gülmektek yorulduk, artık üzülüyoruz.