Hayat tek başına değişmez. Hayatın tüm kerteleri birlikte değişir, gelişir, farklılaşır, geriler… Hayat denen şey yaşantının bir kertesi, bir düzeyi, düzlemi falan değildir. Yaşantıların toplamı, deneyimlerin bütünü, ilişkilerin karmasıdır.
Bu kallavi girişle, çok felsefi bir meseleyi ele alacağım izlenimini verdimse, özür dilerim. Mesele çok basit aslında: Pinokyo mektup yazar mı? Temel soru bu olmakla birlikte, bir adım daha ileriye gidip “Pinokyo mektup yazsa nasıl yazardı” sorusuna bir yanıt arayışına girilecek bugün, gündemden çok bağımsız bir şekilde hem de. Alakasız yani. Mektup ve Pinokyo arasında ilişki kurma çabasını tahrik edecek bir durum yok, bildiğiniz gibi!
Çoğu zaman gündemin tahriklerine kapılmaktan kendimi alıkoyamasam da, bu sefer “kel alaka, takkesi düşmemiş bir kel” bilinciyle, yazının masumiyetine leke sürdürmemek hususunda çok fedakârca gayret saf edeceğimden kimsenin şüphesi olmasın.
Gelelim esas mevzunun deneyimsel veçhesine.
Oyuncak arabaların elektronik devrelerle döşeli olmadığı, oyuncak bebeklerin çiş yapıp “anneciğim bezimi değişir misin” demediği günler yaşadık.
İsim-hayvan-eşya oyununun kalem ve kâğıtla oynandığı, sanal bebeklerin olmadığı, terlemeden oynamanın imkânsız olduğu zamanlar yaşadık.
İki boyutlu çizgi filmlere bayıldığımız, renkli karakterlerle tanıştığımızda çağ atladığımızı hissine kapıldığımız günler yaşadık.
Atom Karınca, Tom ve Jerry, Sevimli Hayalet Casper, Red Kid, Tontonlar ve Pinokyo bir devrin kahramanlarıydılar, çizgiden de olsalar…
Atom Karınca, boyunu aşan işler yapan, dünyayı ve insanlığı mütemadiyen kurtaran müthiş bir kahramandı.
Tom ve Jerry, amansız bir kovalamacanın, kadim bir düşmanlığın insafsız mücadelesiydi.
Sevimli Hayalet Casper, kendini kabul ettirip sevdirene kadar göbeği çatlayan “dost öteki” idi.
Red Kit, adaleti en ücra noktalara kadar dağıtan, Vahşi Batı’nın seyyar şerifiydi. Rintintin ve Düldül kahramanın tek başınalığını yücelten koftiden kahramanlardı.
Tontonlar, enden göndek durumlara göbekten uyum sağlayan omurgasızlar ordusuydu.
Pinokyo ise bir insanın sevgisinin oduna bir can vermeye muktedir olduğunun timsaliydi. Yalanın kendi kendini aşikar etme gücünün göstergesiydi uzayan burun.
Pinokyo ne tip yalanlar söylerdi, hatırlar mısınız?
Pinokyo Etkisi
Yazının katı bir teslim saati olduğundan, masalı tekrar okuyacak vaktim olmadığından bu sorunun cevabını veremeyeceğim. Ama büyük ihtimal sizin de aklınızda olmadığından, Pinokyo’nun burnunu uzatan yalanların özel bir niteliği olduğunu sanmıyorum. Ufak tefek beyaz yalanlar olması kuvvetle muhtemeldir.
Yaptığım kaynak taramasında “Pinokyo etkisi” diye bilimsel bir çalışmanın varlığına rastlamak oldukça ilginç geldi bana.
Mesele şöyle:
Bir İspanyol bilim ekibinin icat ettiği ‘Pinokyo etkisi’ yöntemine göre; yalan söyleyen kişinin burnu ısınıyormuş. İspanyol bilim insanları yalan söyleyen kişiyi anlamanın yolunun burundan geçtiğini ortaya koymuş. Granada Üniversitesi’nden bir ekibin, ‘Pinokyo Etkisi’ ismini verdiği yönteme göre yalan söyleyen kişinin burnu ısınıyor. Denekleri termal kameralarla inceleyen araştırmacılar, deneklerin yalan söylediklerinde yaşadıkları anksiyete nedeniyle burunlarının ısındığı saptadı.
Şu bilim insanlarının gayet bilimsel çalışmalarına bayılıyorum. Genelde Amerikalı bilim insanları ampirik verilere dayalı “bilimsel çalışmalar” yapma konusunda müthiştirler. Pinokyo etkisi çalışmasına İspanyolların imza atması benim garibime gitti. Rol çalıyor olabilirler. Dikkat etmekte, mesafeyi korumakta fayda olabilir. Bir de “İsviçreli bilim insanları”nın çalışmaları var, atlamamak lazım.
CTP-DP Hükümetimizin 2013-2015 Ekonomik Programı ile ilgili Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne mektup yazıp “tam itaat” taahhütlerini ilettikleri meselesini Ozan Ceyhun yazmasaydı, belki daha bir ilgi duyar, üzerine daha çok düşünür ve daha çok araştırırdım.
Zaten Sibel Siber Teknokrat Geçici Mola Hükümetimizin de aynı mesele ile ilgili bir mektup yazığı ortaya çıkmıştı. Ortaklarından TDP bu mektuptan haberi olmadığını açıklamıştı. Siber de “yazdık da ne oldu sanki” diyerek müthiş bir savunma yapmıştı hatırlayacaksınız.
Bunlar derin mevzular. Lakin Pinokyo konuyla ilgili bir mektup yazsa kesin şöyle derdi:
“Sevgili Türkiye Cumhuriyeti Hükümetim,
Program tamamdır. Seçim sürecinde, uygulama takviminde bizim dışımızdakiler yüzünden biraz aksama oldu. Şimdi ben geldim. Revizyon falan yaparak zaman kaybedemeyiz. Hele sizin muhite gelip görüşme yapacak hiç zamanımız yok. Buyurun Lefkoşa’da görüşelim. Biz görüşürken sakın programı askıya falan da almayın. İlk maaşları ödeyelim, bir sonrakine kadar bir oturmada bizden öncekilerin aksattığı taraflarını iki dakikada hallederiz. Seçim sürecinde halka söz verip oy aldığımız revizyon meselesi fasafisodur. Biz onların gönlünü öpe öpe alırız. Arz ederim!”
E hükümette Pinokyo olsa böyle olurdu. Neyse ki Başbakan Özkan Yorgancıoğlu’nun bilgi ve onayıyla yazıldığı ifade buyurulan o mektubu Pinokyo yazmadı. Yoksa memleketin kalbi kırılırdı.
Şükür ki Pinokyo bir masal kahramanı da resmi mektuplar falan yazmıyor, yoksa burnu yangın helikoptersiz memleketimizde, ormanlarımız için büyük risk olurdu… Şükür!