Bir süredir politik yazmaktan imtina ettim ama, birden herşey tekrar politikaya sahiciliğini geri kazandırdı.

İktidar oyununa kendini iyice kaptırıp, altı üstü birbirini tutmaz bile denemeyecek, altı boş halkla ilişkiler taktikleri ile Amerikan tarzı ‘politika’ yapanların ağır yükü altında ezilen gündem, birden değişiverdi.

Hükümet olmak için “reel politik” adı altında, aslında “iktidara giden her yol mübah” şiarıyla, bırakın tarihini ve kendi geleneğini, duruşunu ve kitlesini bile gözardı ederek reddiyelerin gaspı üzerine konsantre olanlar, politikanın sahiciliğinin yitmesine neden oldu.

Şimdi “bize ne bir politik geleneğin tarihinden, duruşundan ve kitlesinden” deme lüksümüz var mı? Yok: Çünkü gidilen yol, hızla yaklaşılan eşik, barış, demokrasi, birlik, mücadele, dayanışma ve özgürleşme diyen her bir bireyin ve her bir örgütün enerjisinin her damlasının son derece anlamlı olduğu bir minvaldedir.

Politik söylemin içini boşaltıp müphemlikler arasında gidipgelmelerle “öyle de olur, böyle de”, “aslında tam öyle değil, ama…” mırıldanmaları ile hem nala hem mıha vurmamakla yapılan politika, Kıbrıs Türkü’nü nereye götür?

Karşıtının hegemonyasına karşı çıkıp, karşıtıyla aynılaşmak politikanın cilvesi olmaktan öte, bir tarz-ı siyasettir.

Bu tarz, politikanın yerine halkla ilişkilerin (P/R) geçtiği bir tarzdır.

Halkla ilişkiler elbette politik alan için de son derece ciddi açılımlar sağlayabilecek bir alandır ancak, politikanın belirleyici olması koşuluyla. Süreci politika değil, politikayı  halkla ilişkiler belirlemeye başlarsa, araba atların önündedir.

Kerhen attığı imzaya sadakati kalmayan, sadakati kalmadığı imzasını geri çekecek sahicilikten yoksun, o an ne gerektiriyorsa onu yapan, bayrakların arkasına saklanarak politika yapanları eleştirirken, saklanacak bayrak arayan, oy ve koltuk hesaplarının, haydi açık açık söyleyelim iktidar hırsı ile gerçeklere kulak tıkayıp, gerçeklere yüz çevirenlerin, hatta aklı şarkıların bile bazı nakaratlarını okumayıp atlamayı organize etmek için kullananlar, kazansa ne olur, kazanmasa ne olur?

Büyük yalanlar ve büyük görmezden gelmelerse iktidara giden yolu açacak olan, sahiciliğin hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmamışsa, 15 Aralık statükonun sefası olsun…

Bizim, gerçeklere kulak tıkamayan, yüz çevirmeyen ve gerçekleri konuşmayı bir cesaret gösterisine dönüştürenlere değil, görevini yapmanın sorumluluğuyla hareket edenlere ihtiyacımız var.

Aksi, şükran, şükran diyerek kendi sahiciliklerini yitirenlerin sonundan farklı olabilir mi?

Bütün siyasi parti liderleri Annan ile aynı anda görüşecekken 80 bin kişiye “Acelem var Annan beni bekliyor” demenin sahiciliği nerededir?

Tony Blair’i “dünya lideri”, ayaküstü resepsiyonda gözgöze gelmeyi “görüşmeler başladı” diye takdim etmenin sahiciliği nerededir?

“Denktaş’ı görüşmecilikten alacağız” diye protokol imzalayıp, “şartlar değişir Türkiye hayır derse ikna etmeye çalışacağız” demenin sahiciliği nerededir?

Kıbrıs’ta barış ve anlaşma için iktidara talip olup, “Biz gelince Papadopulos masadan kaçacak” demenin sahiciliği nerededir?

“Seçimlere birleşerek girmek sakıncalıdır” diye hesap kitap yaparak bir gazete sayfası yazı yazıp, adına “birleşik” kelimesini eklemenin sahiciliği nerdedir?

“Müzakereler görüşmeci heyetle sürdürülecek” diye protokol imzalayıp kendi kendini “Kıbrıslı Türkler’in yeni lideri” diye sahneye çağırtmanın sahiciliği nerededir?

“Kıbrıslı Türkleri AB’ye hazırlayacak komisyonlar” kurduğunu açıklayıp bu komisyonları tek bir kez bile toplamamak ve tek satır birşey üretmememin sahiciliği nerededir?

Mavi boncuk dağıtmak politikaysa, zaten Denktaş-DP-UBP üçlüsü bunu hakkını vererek yapmıyor mu?

Öyleyse, size olan sahici bir ihtiyaç var mıdır?