Keşkeler ve belkiler kovalamacasıyla geçen günlerin mola aralığında, “şartlar böyle olmasa” diye başlayan cümleler yankılanıyor…

Şartlar böyle olmasa yaşanabilecekleri yayıp sıradökme mesaisi yapıyoruz bu aralar.

Yeni şeyler yaşamak mümkün olurdu ama şartlar böyle olmasaydı diyoruz.

Biliyoruz ki başka bir hayat mümkün ama şartlar böyle olmasa…

Oysa ki “şartlar böyle olmasa örtüsü” koca kare delikli bir sisli tül: Yarım yamaklaklıkların günah keçisi; kaçıp kurtulamamaların fırdöndü tamtamları…

İki arada bir derede kalma hallerinin sorumlusu önce şartlar mı, yoksa biz miyiz? Şartlar bizim şartlarımız değil elbet her zaman ama biz her zaman bizimiz.

Sürece zarar vermeyip eldeki ile yetinme uyumluculuğu yaşam tarzına dönüşen bir karabasan. Kuşatan, işgal eden ve teslim alan karabasanların müptelası olmak insani bir “meziyet”.

Yeteri kadar istememekle, isteyemeyecek kadar sevmemek, adanmamak kuşatan, işgal eden ve teslim alan karabasanların müptelası oluşun maddi/hissi temeli.

Uzak ufuklara kaş karardıktan sonra bakıp iç çekişlerle gelecek tahayyüllerinin ucundan tutmak, güpegündüz alenen yapmaktan daha az riskli.

 

Şartlar böyle olmasa yaşanacak şeyler daha bir başka olurdu yakınmaları, yaşanacak daha başka şeylerden kaçıştan farksız.

Kaçtıklarımız korktuklarımız mı, yoksa bilemediklerimiz mi?

Bizi bizden alıp götürecek, bizi biz yapacak ihtimalleri görmezden gelme cesareti değil mi karabasan gibi üstümüze çöken uyumculuk?

Şartlar aslında bildiğimiz gibi değil!

Yaşanacak başka hayatlar burnumuzun dibinde.

Süreçlere kapılıp uyumculuk üretmekle başka hayatlar kurulamaz ki…

Tam da şartlar böyle olduğu için yeni şeyler yaşamak mümkün aslında…

Siyasetçilere, sevgililere, sivil toplumculara, seçmenlere ve çocuklara bir bunu söyleyebilecek cesareti toplasak, hayırlı birşey yaparız galiba.