KKTC’nin 6’ncı Cumhurbaşkanı 19 Ekim’de seçilecek. Cumhurbaşkanı, Anayasal görev, yetki ve sorumlulukları kadar çözümsüzlük koşullarının yüklediği “toplum lideri” misyonunu da sırtında taşıyor. Her Cumhurbaşkanının sırtında bu iki misyon olageldi. Geçmişten günümüze kimi cumhurbaşkanları bu yüklerden her ikisini, kimileri sadece birini taşıyabildi; kimisi ise hiçbirini.

Çözümsüzlük koşulları Kıbrıs’taki her birey için geçerli; kimse çözümsüzlükten âri değil. Zengini yoksulu, kadını erkeği, genci çocuğu, sağcısı solcusu, ırkçısı hümanisti fark etmeksizin her birey gündelik yaşamında çözümsüzlük koşullarından payını bir şekilde alıyor. Bu nedenle “çözüm” kavramı halkın neredeyse tamamı için sözlük anlamıyla eş ve eşdeğer bir manaya geliyor: Daha iyi bir yaşamı mümkün kılmak.

Sosyal, siyasi ve ekonomik hayatın bütününde yaşanmakta olanlarla ilgili temel arayış çözümdür. Normal olan; sosyal hayatın daha insani ve eşitlikçi olması, herkesin ekonomik hayatının zenginleşmeye doğru ilerlemesi, siyasal hayatın da üretken kavram, perspektif ve uygulamalarla tüm bunlara çözüm üretmesidir. Siyasal alanın çözüm üretmek yerine sorun yaratan bir pratiğe dönüşmüş olmasının temelinde, kavramsal çerçeveden başlayan bir tıkanıklık olduğu aşikârdır.

Çözümsüzlüğü yeniden üreten, her gün yeniden ve yeniden tekrarlayan siyasetin; aynı kavram, perspektif ve uygulamaları sürdürerek bu açmazdan kurtulması mümkün değildir. Çünkü kavramlar, toplumsal hayatın niteliği açısından son derece belirleyici bir zemine teşkil etmektedir.

Maalesef ülkede siyasal olan bir kez daha, genel olarak sadece Kıbrıs sorununun çözüm modeli tercihine indirgmenin hışmına maruz bırakılma riskiyle yüz yüze. Siyasal tıkanıklığı daha da büyütme ihtimali tam da bu noktada.

İster henüz kimseye anlatılamamış, iyimser bir bakışla ne olduğu konusunda bilinçli bir müphemliğin korunduğu “iki devletli çözüm”, ister ne olduğu en azından Kıbrıslı Türkler ve BM için net olan “federal çözüm” olsun; ikisi de siyasal alanı o denli domine edip kuşatma potansiyeline sahip ki, zaman zaman bu iki kavramın siyasal alan üzerindeki tasallutu hiçbir konuda anlamlı bir siyaset üretilmesine imkân bırakmıyor.

Kıbrıs sorunu çözüm modellerini yarıştırmak, siyasetin en kısır ve çaresizliğe en mahkûm biçimidir. Sorunun tek tarafı Kıbrıslı Türk halkıymış gibi davranarak kendi kendimize çözüm modeli propagandası yapmak tuhaf olmanın ötesinde fantastiktir.

Bu tarz siyaset, Kıbrıs sorununu kendi kendimize çözebileceğimiz bir mesele olarak kodluyor. Kıbrıs sorunu algısal düzeyde sadece Kıbrıslı Türklerin çözüm modeli sorununa dönüşüyor. Oysa öyle değil.

Cumhurbaşkanlığı seçimini kapalı devre tek taraflı bir referanduma çevirerek Kıbrıslı Türklerin istedikleri modeli seçecekleri ve böylelikle Kıbrıs sorununun da aniden kendi kendine çözüleceği bir sürece dönüştürme yaklaşımı üç açıdan sorunludur:

  1. Bunun gerçekle hiçbir ilgisi yoktur.
  2. Bu yaklaşım, KKTC’nin Anayasal düzenini ve iç işleyişini yok sayarak Cumhurbaşkanlığının Anayasal görev, yetki ve sorumluluklarını iptal etmekte; makamı “devletsiz toplum lideri” düzeyine indirgemektedir.
  3. Fantastik bir yanılsama içinde gerçekliği çarpıtarak sosyal, ekonomik ve siyasal süreçlere ilişkin demokratik yurttaş taleplerini ve hak arayışlarını yok saymaktadır.

Tatar’ın, Cumhurbaşkanlığı seçimini kapalı devre tek taraflı bir referanduma çevirerek Kıbrıslı Türklerin 19 Ekim’de istedikleri modeli seçmeleri sayesinde Kıbrıs sorununun 20 Ekim’de aniden kendi kendine çözüleceği yönündeki söylemi bir yanılsamadır. Seçimi böyle bir sürece dönüştürme yönündeki gayretleri bu açıdan ele almak oldukça aydınlatıcı ve bir o kadar da şaşırtıcı bir sonucu görünür kılıyor:

Bu indirgemeci yaklaşımın, merkezinde “ayrı devlet” ve “tam egemenlik” olduğunu iddia eden Tatar siyaseti tarafından ısrarla talep edilmesi, bizatihi KKTC’nin Anayasal düzenini ve iç işleyişini yok sayma ısrarına tekabül ediyor. Bu da kendi düşüncesiyle düşünsel olarak çelişmek ve bunu şuurlu bir şekilde idrak edememek anlamına geliyor.