“Kaygan zemin” metaforik çağrışımları olan bir söz dizisidir. “Kay” kökünden gelir ki, o da gayet zengin bir yan anlamlar manzumesinin en gözde elemanları arasında baş sıralarda gelmektedir. Zemin, üç aşağıya beş yukarıya coğrafi bir göndermeyle sınırlıdır. Altı üstü “basılan”, “üzerinde durulan” demektir en derunî bakışla. Pek bir sığ anlamsal olarak lakin ehemmiyeti kendinden menkul.

Yeme içme yazısı niyetiyle ele alınan çok pahalı dolmakalem ve pahalı kağıtla yaptığıma bakın lütfen! Olacak iş mi efendim söz oyunlarına zaman ayırmak, enerji harcamak, malzeme tüketmek.

Kağıt dediğiniz güzelce katlanır, kuş yapılır, kurbağa yapılır, hatta kağıttan kurbağanın zıplayan modeli yapılır, ortam şenlenir, parlar, kurdeleler kesilir, törenler tertip edilir falan… Neyse, yaptık bir kabahat, affola!

Gelelim esas meseleye. Şenol Beyoğlu bir baba dostudur. Hanımı Afife ablam da, hakikaten ablamdır. Ortaköy İlkokulu’ndayken az öğlen yemeklerini yemedim ablamın büyük evladı, yaştaşım Kâzım sayesinde.

Sanırım pazartesi ve perşembeleri okul çift mesai idi. Gerçi Allah rahmet eylesin Nahide abla ve allah uzun ömür versin Tülay abla ile birlikte yediğimiz, müdür odasının yanındaki minicik hademe odasında ısıtlan evden gelen yemekleri pek bir severdim ama Afife ablanın mutfağı da aklımda yer etmiştir.

Çocukluk hatırası olarak püre ve rostosnun en lezzizi o mutfakta pişendir, kimse aksini iddia etmesin rica ederim.

Koku ve tad hafızası
Kokular ve tadlar hafızanın en güçlü bölümleri olmalı. Biliminsanları bir ara bakmalı bu konuya. Özellikle Amerikalı olan biliminsanlarına tavsiye ederim bu araştırma konusunu. Hatta isterlerse sarışınlarla esmer kariyeristler arasında koku ve tad hafızaları açısından anlamlı bir fark olup olmadığını da ampirik bir şekilde şey edebilirler ki epey bir bilimsel olur araştırmaları.

Afife ablamın ev mutfağının kokusu hala burnumdadır, yemeklerinden bazılarının da tadı damacığımda. 30 sene falan olmalı, capcanlı.

Ara ara uğradığım bir aşevleri var: Drabez. Lefkoşa’da Telefon Dairesi’nin sokağında. Aşevi diyorum dikkatinizi çekerim. Restourant falan değil yani. Düz direkt aşevi.

“Yemek pişen yer” veya “yemek yenen yer” diyebiliriz. Hatta en doğrusu yemeğin pişip yendiği yer. Drabez öyle bir yer.

Öğlen yemeği için ha anne evine gitmişsiniz, ha Drabeze. Bir anneniz eksik kalır çünkü Drabez’de. Bence annenizle de gidebileceğiniz bir yer. Her gidişimde soğanlı yumurtalı patates kızartması alırım bolca.

Diyeceksiniz ki “yemek mi bulamadın”? E siz bu kadar kıvamında birarada bulun bu üçlüyü başka bir yerde, bıyıklarımı keseyim ben de! Öyle basit gibi, ama kıvamı, dengeyi, ahengi tutturmak zor iş.

Yanına haşlanmış gömeç, iki kaşık. Patates köfteciği, tam kaynanmış gunna baklaların sızan zeytinyağının aktığı yere…

İki veya en fazla üç, asma yaprağında etli dolma. Yaprak sarma demem lazım ama, bu o değil işte… Bol domatesli kurufasulye yiyecekseniz ayrı bir kap lazım. Kabak dolma, biber dolma, molehiya, bullez, musakka, kolokas, bulgur pilavı… Öğlen çat kapı gittiğinizde anne mutfağında hazır bulabileceğiniz ne varsa Drabez’de de sadece onlar var.

Tabağa koydurtuyorsunuz istediğiniz sırayla istediğiniz kadar. Ekmeğiniz, salatanız, yoğurdunuz ayrıca geliyor masaya.

Tatlı var genellikle. En son simit helvası yedik. Herhangi bir politik mesaj çıkarmaya gayrete gerek yok. Bildiğiniz simit helvası işte, iyi kavrulmuş, şekeri kıvamında.

Ardından çay kahve ikramı da var. Çay demli ince belli bardakta üstelik.

Gelelim kaygan zemin muhabbetine. Mekânın tek kırık notu yerlerdeki fayanslar. Ayakkabılarınız lastik tabanlı değilse dikkatli olmanız lazım. Hele ufak ufak yağmur düşmeye başlamışken, aman ha!

Şimdi diyeceksiniz ki, “ev hali, abartmayalım fayans meselesini”.

Zaten hemfikirim; zemin kaygan olsun, lakin tabakta standart üstü bir aşevi tadı varsa, insanın ayakları yerden kesilir zaten…

Kişi başı kaç para mı?

Söylersem ucuz diye gitmeyen sosyetik okuyucularım olabilir ki, kıyamam ben onlara.